17 Ekim 2009 Cumartesi

Seçimlerde Senin, Sonuçlarda!..

Şartlanmaların değer yargılarını, değer yargıların duygularını meydana getiriyorsa, duygularından kurtulmaya çalışmakla sadece vakit kaybedersin.

Duygularını bir gün değiştirirsin, iki gün değiştirirsin! Ya üçüncü gün?

Kendinde yapacağın bir analizle, bir özeleştiriyle, yaşamında yakaladığın vicdan yakarışlarınla, nelere şartlandığını ve neleri örttüğünü çok rahatlıkla görebilirsin.

Şartlandıklarını ortaya çıkararak gerçeği örten en büyük nar perdelerinin birini görebilirsin.

Şartlandıklarının yanlış olduğunu, o konuda şartlandıklarının doğrusunu, aslını gerçeğini ancak Muhammed Aleyhisselam’a tâbi olduktan sonra görebilir ve bu şartlanmalarından ancak O’nun dediklerini uygulamaya koyduktan sonra kurtulabilirsin.

Sende irâde de açığa çıkarsa “bilincinden gelenlerle yaşama çalışması olan, şuurlu bir yaşama geçme çalışması olan Resûlullâh’ı en iyi şekilde anlama olayı olan tasavvuf”a girersin en nihâyetinde…

Tasavvuf bir hobi değildir!..

Tasavvuf “sen
şunla ilgileniyorsun bende tasavvufla ilgileniyorum” demek için değildir.

Tasavvuf, Allah Resûlü’nü en iyi şekilde anlamaktır.”..!...?

Muhammed Aleyhisselam kendisini değerlendiren için sırf hayırdır!

Gününü Resûlullah’ın dedikodusuyla harcayan için ise yaptığı dedikodu oranında şerdir Muhammed Aleyhisselam!


Şeytan şerdir” fakat şeytâniyete tâbi olmayıp bilincine uyan için “şeytan hayra vesile olmuştur!

Şeytanı müslüman olmak” ne demek acabâ?

Seni Allah Resûlü'ne uymaktan alıkoyan herkes, seni Allah Resûlü'ne uymaktan alıkoyan her şey senin şeytanındır! Şeytan diye bir varlık böyle bakınca yoktur, yâni sen, kendi kendine üretiyorsun şeytanını!

İnsanın başına ne gelirse duyguları sebebiyle gelir! “Başına ne gelirse”den amacım “yaşadığın olaylar” değildir, "olayların sende yarattığı şeytana uyma"dır!

İmthanla kendi kapasiteni görürsün, görüyorsun!

Şeytan, sendeki hayvanlıktır! Madde bedendir senin şeytanın!

"Sen ve eşin birbirinize düşman olarak inin" ne demek istiyor, ne dersin?

Duyguların da şeytanındır!

Meselâ sen “Allah’ın sevdi
ği kul dünyalıkta da rahattadır” diye şartlanmışsan, kötü dediğin bir olay yaşadığında ilme uymamanın açığa çıkması olarak “Allâh’ım ben sana ne yaptım”dersin ve duygularını harekete geçirerek üzülmüş, isyan etmiş olursun!

Kötü dediğin bir olay esâsen “belâ”dır. Muhammed Aleyhisselam’a göre “Allah’a yaklaştıkça belâlar artar!

Fakat sen, sisteme uygun olarak düşünmeyi ve hareket etmeyi terk edip “etraf putu”na taparcasına duygularının esâretine girersen senin efendin Muhammed Aleyhisselam değil, duygularındır!

Hâkan TÜRKMEN

11 Ekim 2009

Yeni Sonuçlar Yeni Uygulamanın Ardından Gelir!

YENİ SONUÇLAR YENİ UYGULAMANIN ARDINDAN GELİR

Zaman! Fenâ sarmış etrâfımızı!

Onsuz bir şey yapamıyoruz! O olmayınca bir şey olmayacak zannediyoruz!

“Allah katı”nda geçmiş veyâ gelecek olmadığına göre “şu insanların kıyâmetini koparayımda şunlar neler yapmış bir hesâba çekeyim” gibi cümleler kurulmadığını tahmin edebiliyorum...

Zaman yoktur, ard arda dizilen olaylar vardır” cümlesini yıllarca oradan oraya taşıdık fakat ne taşıdığımızdan haberimiz yokmuş, yeni fark ettik!

Bir arkadaşın önünde duran asırlık Dede’ye, çömezken, bâzı şeylerin vaktini merak ederek “Ne zaman?” dediğini hatırlıyorum fakat herhangi bir cevap almadığını da hatırlıyorum.

Cevap veremezler dostlar..
Çok ısrar etsek belki bir şeyler söyleyecekler ama tutmayacak! Ancak olacak şeyin öncesindeki olaylardan bahsedecekler en fazla!.. Çünkü onların dünyasında bizim mahkûm olduğumuz “zaman”ın borusu ötmüyormuş! Onlar olaylara tâbiymiş! Zamanın esiri değillermiş bizim gibi!

Onların dedikodusunu epey yapıyoruz da kendi hâlimizi en son ne zaman gözden geçirdik acabâ?

Eskiden yaptıklarımızla şimdi yaptıklarımız arasında bir fark yoksa, eskiden elde ettiğimiz sonuçlardan pek farklı bir sonuç elde etmeyiz.

İnsanların çoğu farklı sonuç beklemekten bahseder fakat farklı sonuçları doğuran “farklı düşünce” ve “farklı düşüncenin ürünü olan farklı davranış”ı yapmadan beklerler bu yeni sonucu!

Hem farklı sonuçlar bekleyeceğiz hem de eski yaptıklarımıza devam edeceğiz! Yeni sonuçlar eskilerin tekrarıyla elde edilmez ki! Edilmiyor...

Yeni sonuçlar yeni bir uygulamanın sonucu olabilir ancak!

Sen yeni bir şeyler istiyorsan, yeni bir şeyler istiyorsan, eski olanlara vedâ etmek ve yeni şeylere kapı açmak zorundasın!

Bâzen fiillerdir değişecek olan, bâzen de yapmakta olduğun fiillerin ardındaki düşünce dünyandır değişecek olan!


Eğer şu anki durumundan memnunsak devâm edelim yaptıklarımıza, yok memnun değilsek, dahasını istiyorsak farklı bir şeyler yapmak ve düşünmek zorundayız!

Hepimize kolaylaşsın...

Hâkan Türkmen

09 Ekim 2009

Ankara

Tasavvuf, Allah Resûlü'ne En İyi Şekilde Uymaktır!..

Şartlanmaların değer yargılarını, değer yargıların duygularını meydana getiriyorsa, duygularından kurtulmaya çalışmakla sadece vakit kaybedersin.


Duygularını bir gün değiştirirsin, iki gün değiştirirsin! Ya üçüncü gün?

Kendinde yapacağın bir analizle, bir özeleştiriyle, yaşamında yakaladığın vicdan yakarışlarınla, nelere şartlandığını ve neleri örttüğünü çok rahatlıkla görebilirsin.

Şartlandıklarını ortaya çıkararak gerçeği örten en büyük nar perdelerinin birini görebilirsin.

Şartlandıklarının yanlış olduğunu, o konuda şartlandıklarının doğrusunu, aslını gerçeğini ancak Muhammed Aleyhisselam’a tâbi olduktan sonra görebilir ve bu şartlanmalarından ancak O’nun dediklerini uygulamaya koyduktan sonra kurtulabilirsin.

Sende irâde de açığa çıkarsa “bilincinden gelenlerle yaşama çalışması olan, şuurlu bir yaşama geçme çalışması olan Resûlullâh’ı en iyi şekilde anlama olayı olan tasavvuf”a girersin en nihâyetinde…

Tasavvuf bir hobi değildir!..

Tasavvuf “sen
şunla ilgileniyorsun bende tasavvufla ilgileniyorum” demek için değildir.

Tasavvuf, Allah Resûlü’nü en iyi şekilde anlamaktır.”..!...?

Muhammed Aleyhisselam kendisini değerlendiren için sırf hayırdır!

Gününü Resûlullah’ın dedikodusuyla harcayan için ise yaptığı dedikodu oranında şerdir Muhammed Aleyhisselam!


Şeytan şerdir” fakat şeytâniyete tâbi olmayıp bilincine uyan için “şeytan hayra vesile olmuştur!

Şeytanı müslüman olmak” ne demek acabâ?

Seni Allah Resûlü'ne uymaktan alıkoyan herkes, seni Allah Resûlü'ne uymaktan alıkoyan her şey senin şeytanındır! Şeytan diye bir varlık böyle bakınca yoktur, yâni sen, kendi kendine üretiyorsun şeytanını!

İnsanın başına ne gelirse duyguları sebebiyle gelir! “Başına ne gelirse”den amacım “yaşadığın olaylar” değildir, "olayların sende yarattığı şeytana uyma"dır!

İmthanla kendi kapasiteni görürsün, görüyorsun!

Şeytan, sendeki hayvanlıktır! Madde bedendir senin şeytanın!

"Sen ve eşin birbirinize düşman olarak inin" ne demek istiyor, ne dersin?

Duyguların da şeytanındır!

Meselâ sen “Allah’ın sevdi
ği kul dünyalıkta da rahattadır” diye şartlanmışsan, kötü dediğin bir olay yaşadığında ilme uymamanın açığa çıkması olarak “Allâh’ım ben sana ne yaptım”dersin ve duygularını harekete geçirerek üzülmüş, isyan etmiş olursun!

Kötü dediğin bir olay esâsen “belâ”dır. Muhammed Aleyhisselam’a göre “Allah’a yaklaştıkça belâlar artar!

Fakat sen, sisteme uygun olarak düşünmeyi ve hareket etmeyi terk edip “etraf putu”na taparcasına duygularının esâretine girersen senin efendin Muhammed Aleyhisselam değil, duygularındır!

Hâkan TÜRKMEN

11 Ekim 2009

Ankara

Ne Zaman?

İnsanlar kendi istidât ve kapasiteleri kadarıyla Hz. Muhammed Aleyhisselam’ın anlattıklarını anlamak ve uygulamaktadırlar.


Hal böyleyken kapasitesi ve istidâtı yüksek insanların, kendisini böyle hisseden insanların,kendilerini çevreleriyle karşılaştırmaları ve onları biraz geçince olayın nihâyete erdiğini zannetmeleri Muhammed Aleyhisselam’ı anlamamaktır.

Karşılaştırmak iyi bir şey değil fakat illâ biriyle kendinizi karşılaştıracaksanız bu karşılaştıracağınız kişi Hz. Muhammed’i anlamaya çalışan birisi olsun! Bakalım o zaman geçiyor musunuz, nal mı topluyorsunuz?(!)

Hem diyeceğiz âhir zamandayız hem de kendimizi ahir zamanın kötü tarafına sebep olan kişilerle karşılaştırıp içten içe “ben onlardan üstünüm” diyeceğiz. Bu biraz anlayış kıtlığıdır. Hatta biraz değil baya baya anlayış kıtlığıdır bu durum.

Muhammed Aleyhisselam’ın gelmiş geçmiş tüm günahlarının bağışlanmasına rağmen o insan ibâdetle ne kadar meşgul oldu acabâ? İnsanlara yanlış örnek olmayayım diye mi yoksa işin içinde başka şeyler mi vardı?

Cehennem düşenler imansızlıktan yakınırmış, cennete gidenlerde az amelden yakınırmış.

Kendimizi imanlı varsayarsak farzlarla tatmin olmak yerine diğer ibadetlere, zikirlere, dualara ne zaman başlarız dersiniz? Çoluğu çocuğu everdikten sonra mı yoksa emekli olduktan sonra mı? Veya kendimize göre farklı farklı başlama tarihlerimiz mi var?

Bahâne üretmek kadar kolay bir şey yoktur!

Azrail’le kontratı olan olamayacağına göre, bu yazının sonuna dâhi erişeceğinin garantisi olamayacağına göre hâla neyin ertelemesindesin?

İnşallah” denilecek yer var “ Bismillah” denilecek yer var!

"Bismillah" demeden "İnşallah" diyen hava alır!

Sen başlama konusunda “ Bismillah” diyeceğin yerde, eskiden beri devam eden bir şekilde, biz babadan böyle gördük dercesine “İnşallah”larla tatmin oluyorsan daha çok “ İnşallah” çekersin ve “ Bismillah” diyemeden nalları dikersin!

Unutmayalım, yakınlık nafilelerle elde edilir.

Eğer sen, tesbih namazını camideki imamın ayın on beşinde maaşını almak şartıyla ramazanın son gününde kıldırdığı bir şey zannediyorsan sana elbette denilecek bir şey yoktur.

En yakınlarından birine tesbih namazı konusunda “ her gün kıl” diyen Muhammed Aleyhisselam’ı anlamamak için daha ne kadar uğraşacağız acabâ?

Zor değil yahu, yirmi dakika ya alıyor ya almıyor. Sâdece tesbih namazı değil tabi ki. Fakat bu namaz çok önemli. Lütfen en azından haftada bir kere kılalım..

Yakınlık elde eden kesinlikle havadan elde etmemiştir! Elde ettiği o yakınlığı amellerine borçlu değildir. Böyle bir düşünce yanlıştır.

Allah çeşitli sebepler yaratmıştır yakınlık elde etmek için. Kul, bu sebeplerden her hangi birine bağlanır veya bağlanmaz, bu O’nun kendi bileceği bir şey. Fakat sebeplere bağlanarak yakınlık elde edilirse anlamamız gereken olay şu olmalıdır: “Allah bu insanın yakınlık elde etmesini bu sebepleri vesile kılarak sağladı, o kişi bunları yaparak elde etmedi yakınlığı, Allah kuluna yakîn sağlamak için bu amelleri vesile kıldı! ”

Aynı gibi görünebilir fakat yakınlığı amellerine borçlu düşüncesiyle Allah bu amelleri vesile kıldı düşüncesinin arka planları epey farklı.

Birinde M (vehmin zulmeti) varken diğerinde B (vehim nûru) var!

Biri “Ben yaptım ve mecbur tanrı verdi” derken, diğeri ise “Allah böyle diledi ve böyle oldu, başka türlü olması muhaldir” diyor!

Hz. Îsa’nın bir sözü var: “Her arayan bulamaz fakat bulanlar arayanlardandır
İşte bu sözü hayatın her yerine yayabilirsiniz. Mesela nafile konusunda da şöyle bir bakış kazanılabilir: Her nâfile yapan eremez fakat erenler nâfileye devam edenlerden çıkmaktadır!

Azlarla tatmin olan aklı başında insan yoktur, deli hiç yoktur!
Farz dışında bir şey yapmayan evliya duydun mu?

Eren kişinin yürüteni “DİLEYEN RABBİNE BİR YOL TUTAR!”{külli irade yokmuş gibi yaşa} âyetidir, îmanı ise “DİLEYEN YOK İLLÂ ALLAH”{cüzi irâden yokmuş gibi düşün} âyetinedir!

Sen bu iki âyeti ıska geçersen istediğin bilgiyi bil, bilgiyle bir yere varılamayacağını mezar taşında yazacak olan ölüm tarihi denilen “XX. XX. 2XXX” tarihinde öyle bir anlayacaksın ki sadece insanlar duyamayacak anladığını ve anlayamamanın verdiği pişmanlığını!

Ahmed Hulûsi’nin kulağımıza küpe olacak bir sözü var:

{ Rasulullâh’a bu yolda yaptığı çalışmalar yüzünden “cinne uğramış, deli” dedilerdi; sen bırak delillik derecesini, akıllı düzeyinde(!) neler yapıyorsun?! }1118 - Dost’an Dosta

Amellerimizin ardındaki iki tür vehimden bahsetmiştik daha önceki yazılarda. O yazılarla beraber burada anlatılanlarda değerlendirilirse vehmin zulmetinde rütbe almak yerine, vehmin zulmetinden sıyrılmak için ibâdet, zikir, dua bize kolaylaşır inşallah.

Hâkan Türkmen
27 Eylül 2009

Ankara

Mânâ Şekilden Bağımsız Değildir!

Şekilci düşünen insanlara mânâyı anlatmaya kalkıncaŞekli yapmayacağız mı?” sorusuna muhatap kalıyoruz.

Mânâ, şeklin dışında değildir!


Şekil ve mânâ ayrılmaz ikilidir! Ne şekilden gâfil ol ne de şekille kayıtlan!

Amaç mânâdır fakat şeklin getirdiği nurdan mahrumiyet, seni mânâya ulaşmaktan alıkoyar!

Çünkü mânâ şeklin üzerine binâ olur, yâni mânâ şekli kapsamaktadır. Tam olarak bu yüzden şeklin dışında değildir!

Sen “şeriattan sonra tarikat, tarikattan sonrahakikat” diyebilirsin fakat bil ki ne hakikat ne de tarikat şeriattan ayrıdır, dışındadır! Her şey esâsen şeriatın içinde olmaktadır!

Yunus Emre hazretlerinin bahsettiği “çokları şeriat gemisinden hakikat denizine dalmadılar” sözü
şeriatı terk et” demek değildir!

Yunus Emre hazretlerinin bahsettiği “çokları şeriat gemisinden hakîkat denizine dalmadılar” sözü “çokları mecazı hakîkat zannetti, aracı amaç yaptı, sen aracı amaç yapma, amaç olan hakîkatı idrak etmek için aracı kullan, hakîkate ermek için araç olan şekilden mahrum kalma, fakat araçla da kayıtlanma, şekille olayın bittiğini zannetme, şekil işin başı, sona erdiğinde de baştan mahrum olmazsın, lütfen mecazları hakikate ermek için araç olarak kullan fakat aracı amaç yapma” demektir.

Anlayışı kıtlardan bâzıları “ben hakka erdim,
şeriata ve tarikata gerek kalmadı” diyorlar. Zikirden, namazdan, oruçtan vazgeçiyorlar..

Allah Resûlü hakîkata ermemişti gâliba?(!) Ölüm ânına kadar ibâdete, zikre, tefekküre, duâya, hakikate eremediği için devam etti gâliba?(!) Erseydi bırakırdı gâliba?(!)

Senin namazın mi’rac olmayabilir fakat “nasıl olsa namazın derinli
ğinden gâfilim, öyleyse hiç kılmayayım” dediğin anda kendini farz olanı yapmayanların diyârı olan ateşte bulursun!

İstediğin hakikat ehlinin hayâtını oku, göreceğin tek şey “ölüm anlarına kadar şeriata tam bağlılık”tır! Bunun dışında bir şey söyleyen ne Allah’ı anlamıştır ne de O’nu anlatan Resulullâh’ı!

Korunma duâlarını çekmeyenlerin geleceği nokta “ben hakka erdim,
şeriata ve tarikata gerek kalmadı” demektir! Allah bizleri muhafaza etsin şeytan ve zürriyetinden!

Veya zikir çeken biri olabilirsin..
Diyelim ki “fâtır” ismini günde 2700 defa zikrediyorsun. Fakat hâlâ insanlardaki fıtrî kulluğu idrak edemiyorsun ve bu esmânın açtığı “huzur” kapısından girememenin sonuçlarını yaşıyorsun! Kızıyorsun, bağırıyorsun, eksik, kusur görüyorsun!

“Mâdem bu esmânın sonuçlarını ya
şayamıyorum” diyerek bu esmânın zikrini elden bırakmamalısın! En azından bu esmâyı tefekkür etmelisin.

Amaç “fıtrî kulluğu idrak”tır fakat seni bu noktaya getirecek olan zikir ve(ya) tefekkürden de mahrum kalmamalısın!

Eğer Allah’a imanın olsaydı Her birimin belli bir amaç ile yaratıldığına ve Allah’ın ADL olmasının gereği olarak o birimin yaratılış amacına ulaşması için gerekli olan her şeyi o kulunu verdiğine” de iman ederdin zâten. Fakat “zâten böyle de
ğilim hepten bırakayım” dememelisin!

Allah’ın en sevdiği kul, duâsında (amacında) ısrarcı olandır!

O noktaya gelmek için sebeplere sarılmalısın! Fakat o noktaya gelince “Ben
şunları yaptım ve bu noktaya geldim” dememelisin. Diyeceğin “Benim bu noktaya gelmem için şunlar vesile kılındı” olmalıdır! Diğer türlü şeytan gibi “Sen beni azdırdın” kafa yapısının diğer versiyonuna dâhil olursun!

Aynı konu cennete girenler içinde söylenmiştir. “Hiç kimse yaptıklarıyla cennete giremez” denmiştir fakat ne hikmetse cennete gidenlerde cennete götürecek amellerden mahrum değillerdir. Çok ince nokta, umarım anlamışızdır.

“Zâten fıtrî kullu
ğu idrak edemiyorum öyleyse hepten bırakayım” dememelisin!

En nihâyetinde uğraşırsan geleceğin nokta: “Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler” demek olacaktır! Uğraşmazsan laklakla hiçbir yere varılmıyor.

Bilgiyle bir yere varılsaydı benim laptop sâfiyede (en üst idrakta) olurdu(!)

Birimin yaratılış amacına ulaşması için ne gerekiyorsa O’nu veriyor Allah! Güzel olan budur! Senin uyduruk güzellerin değildir güzel olan!

İşte bu yüzden demişler ki “Gerçek güzeldir fakat her güzel gelen gerçek değildir

Her şey sen anlamasan da, hazmedemesen de, göremesen de, yaşayamasan da güzeldir! Çünkü herkes yaratılış amacının gereği fiillerde bulunuyor. Buna îmân ettiğini söylüyorsun fakat hâlâ fiile kızıp fâilinde kellesini koparmaya kalkıyorsun!

Fille yanlış diyeceğine fâili karalamaya kalkıyorsun! Ve hayatının en büyük yanlışını hiç farkında olmadan yapıyorsun! Çünkü Allah’ı inkar ediyorsun!

DİLEDİĞİNİ YAPAR” âyetini inkar etmeseydin Allah nerede D
İLEDİĞİNİ YAPIYOR? diye sorardın kendine. Sonra da büyük bir şaşkınlıkla O’nu ötelere attığın için pişman olurdun.

Neyse dostum..

“Bakalım bu sefer ne yazmı
ş diye okuduysan öğrendin ne yazdığımı..

Burada veya başka bir yerde doğru bulduklarını alıp uygulamazsan “hobi farklılığı”ndan başka bir şey elde edemezsin! Hobisi farklı olanları almıyorlar cennete!

Bilgisi çok olanı da almıyorlar cennete!

Cennete girenler iman edenler ve sâlih amellerde bulunanlardır, imanının gereği uygulamalarda bulunanlardır!


Bilgili cehennemliklerden olmak an meselesi!

Eğer bildiklerimizi uygulamazsak ancak hayallerimizle yaşar ve hayallerimizle ölürüz. Kabir âlemine geçince de balonumuz patlar. Ve hayallerimizin sonucu olan cehennem çukurlarından bir çukurda kıyâmete kadar çırpınıp dururuz.

Olay, cehennem çukurlarından bir çukurla da kapanmaz.. Kabir nasılsa sonraki aşama daha da katlanmışıymış.. Gören böyle diyor ve bizde iman ediyoruz(!) mu?

{Kütüb’üs-Sitte 5456- “ …Kabir, ahiret menzillerinin birinci menzilidir. Kişi ondan kurtulabilirse, ondan sonrakiler daha kolaydır. Ondan kurtulamazsa ondan sonrakiler bundan daha zordur, daha şediddir…"}

Saygılarımla..

Hâkan Türkmen
03 Ekim 2009
Ankara

Hobidaşlarıma...

İnsana iki yerden ilim gelir.

1- Mekr olan ilim
2- Allah ilmi

Neden böyle?

Bir hadiste “Kul bildiğiyle amel ederse, allah O’na bilmediğini de öğretir” deniliyor.

Demek ki kişi bildiğiyle amel ederse O’na Allah öğretiyor!

Ve o kişi yaşama döktüğü/uyguladığı bilginin daha üst bilgisini bir yerlerden alıyordur. Allah yukarıda bir tanrı değilse, elindeki lazerli bilgi tabancasıyla bildiğiyle amel edenin et beynine yeni bilgiyi ışınlamıyordur!

Allah Hakiym’dir” ne demek çok iyi düşünmek gerekir! “Hakiym esmâsı"ndan gâfil olmazsak Allah ehline “düşünür-yazar” gözüyle bakmaktan vazgeçebilir diye düşünüyorum(!) Çünkü eşeğin sesi duyulunca namaz bozulur..!

Kişi bildiğiyle amel etmezse de kendisine yeni bilgi gelir.

Bildiğiyle amel edene yeni bilgiyi Allah öğretiyorsa, bildiğiyle amel etmeyince kim öğretiyor?!!

“İlim mekri”ne uğramış onlarca insan tanıdım. İşleri güçleri dinin, tasavvufun dedikodusunu yapmaktı ve halâ da tanımaya devam ediyorum.. Başka dedikodu türlerinden, gıybetten zevk almıyorlardı..

"Bende onlardan biri miyim?" diye sordum kendime. Ve epeyce düşündüm..

Çok kesin olarak aldığımız bir ilmi bir kez daha gördüm: “Kader ilmi!!

Bu ilme göre yaşayıp yaşayamadığımı da sordum kendime! Bu ilmin reklam panolarını oradan oraya taşımaktan başka bu ilim bende ne gibi değişikliklere sebep oldu diye kafa yordum.

Kaç dakikamı Allah beni görüyormuşçasına yaşadığıma karar verdim ve söylemeye utandığım için burada da yazamadım. Size dâhi söyleyemezken yârın Resûlullâh’ın yüzüne nasıl bakacağımı da düşündüm. Bence sizlerde düşünün hobidaşlarım benim..

Sevgilerimle..

İnandıkların İçin Yaşamazsan, Yaşadıklarına İnanırsın!

İnsanları etiketlerine göre değerlendirmek dünyanın dikkate alınğını gösterir. Çünkü Allah’ı dikkate almayan dünyâyı dikkate alır.

Dünyâ ve içindekiler cehennemdedir” gerçeğine göre dünyayı amaç edinen herkes, İslâm için yaşamayan herkes, Allah’ın kurmuş olduğu sistemi anlamak yerine insanların uyduruk sistemlerini anlamaya çalışan herkes, insanların menfaate dayalı sistemlerine gönüllü olarak hizmet eden herkes, değerler sistemini dünyevi etiketlere göre düzenleyen ve bu etiketlere göre insanlara muamelede bulunan herkes ne Allah’ı anlamıştır ne de O’nu anlatan Resulullâh’ı!

Sizin değerler sisteminizde ismin önüne konulan bâzı etiketler önemli bir yer tutuyorsa sizin “Resûlullâh’ın gözüyle dünyayı değerlendirmek”i bırakın “Resûlullah’ı değerlendirmek” gibi bir derdiniz dâhi yoktur!

Bu çok basit gibi duruyor fakat gerçeğin önündeki en büyük engellerden biri de şartlanmadır!

Küçük yaşlardan beri dayatılan bir şeyler var ve bu dayatılanların doğruluk ve yanlışlığını ölçmek yerine onların çok büyük bir kısmını alıp kullanıyoruz. Halbuki etrâfın anladığı ile Hz. Muhammed Aleyhisselam’ın anlattığı çok farklı olabiliyor. Ve etrâfın anladığıyla amel eden herkes Muhammed Aleyhisselam’ın anlattıklarını anlamamak yüzünden, etrâfa uymak yüzünden gelecek yaşamlarında sıkıntı çekeceklerse “ etraf böyleydi” gibi bir mâzeretleri ol(a)mayacak!

Okula giden küçük bir öğrencinin girdiği bir sınavdaki sınav kağıdına “arkadaşımla gezmeye gitmiştim o yüzden çalışamadım, lütfen bana beş verin hocam” gibi bir şey yazamayacağını herkes bilir!

Bu çok salakça bir şeydir ve eğer siz öğretmenseniz böyle bir mazeretle önünüze gelen öğrencinin sınav kağıdına diğer kağıtlardan farklı bir muamelede bulunmazsınız.

Sınav sonrasındaki değerlendirmem elime gelen sınav kağıdına göre olacak” diyebiliyoruz fakat çevrenin, televizyonun, kitapların, dergilerin, dini kurum ve kuruluşların, cemaatlerin, tarikatların ve diğer her şeyin bize şartlandırdığı şeylerin doğruluğundan da emin olabiliyoruz?!

Öteki tarafta(!) yanlış bir şey çıkacaksa da “ Etraf böyle yapıyordu, bende böyle yaptım” gibi bir şey söyleyerek ateşten(!) kaçabileceğimizi dâhi düşünüyoruz!!!

" Onlara ALLAH’ın inzâl ettiğine tâbi olun; denildiğinde, ‘Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız.’ derler.. Peki, ya ataları bir şeye akledememiş ve doğruyu da bulamamış idiyseler de mi? " {Bakara:170}

Bu ayet sâdece geçmişteki cahiliye insanlarına mı indi acabâ?

Kur’an mâdem her an yürürlükte, nasıl oluyor da ondaki uyarıları geçmişe hapsedebiliyoruz? Sonra da “Kıyâmate kadar geçerli olan tek kitap Kur’an’dır” sakızını çiğnemeye devam ediyoruz!

Sakız karın doyursaydı dünyâda aç insan kalmazdı!

Sınav kağıdına “arkadaşımla gezmeye gitmiştim o yüzden çalışamadım, lütfen bana beş verin hocam” yazan çocuğun hâline gülmesini biliyoruz fakat bundan daha da beter bir durumda olan kendi hâlimizi hiç tınlamıyoruz bile. Sanki biz değiliz Resûlullâh’ı incelemeyen, araştırmayan!

Allah’ın kurmuş olduğu sistem çok acımasız!. Güçlü güçsüzü ezer geçer! Hiç mi belgesel izlemiyorsun yahu!

{ Sistemi açıklamaya çalıştık; sistemi fark ettiklerini söyleyip; sisteme kafa tutup, savaş açan bir zihniyet içine girdiler!.

Silindirin önünde durmayın, ezer geçer; dedik; “Silindirin ezip geçeceğini fark ettik”, deyip; Silindirin önüne uzandılar!!!

Ateş yakar, acıma duygusu yoktur ateşin; su boğar” dedik… “Anladık, fark ettik ateşin yakacağını, suyun boğacağını”, deyip; içine atladılar ateşin, suyun, göya sistemi anlamış(!?) olarak!. } AHMED HULÛSİ - DİN`İN TEMEL GERÇEKLERİ kitabının SON UYARI bölümünden..

Hadis okumak insanların unuttuğu bir olay hâline gelmiş.

Etiketi kabarık biri veya birilerinin yaptığı yorumlar insanların işine geliyor ve bunlarla tatmin oluyorlar.

Hacı efendilerin hoca efendilerin şeyh efendilerin anladığı ve anlatmaya çalıştığı Resulullah’ın anlattığı mı acabâ?

Ya değilse hâliniz nice olur!..


İnsanların diğer çoğunluğu ise “ben zâten yaparım” diyerek kendisinde hissettiği özellikleri uygulamış gibi bir havaya bürünerek dinden uzaktaki oyun alanında günlerini bir “yok” uğruna, meslek uğruna, hırs uğruna, yükselme uğruna, daha iyi uğruna harcıyor!

İnsanlık dışsallıkta tükeniyor! Tv ne derse O’na iman ediyor!

İçe yönelmek unutulmuş! Sonsuza kadar yalnızlık unutulmuş!..

Birkaç gün yalnız kalmaya dayanamıyor hanım efendiler beyefendiler!

Yalnız kalması kaçınılmazsa, kimi CD yığar önüne kimi içiyorsa biraları içkileri, içmiyorsa diğerlerini yığar kimi de daha entel takılır romanları yığar!

Daha iyi nasıl yerim, daha iyi nasıl cinselliğimi tatmin ederim, daha iyi nasıl görünürüm, daha iyi nasıl etkili olurum, daha iyi nasıl evimi dekore edebilirim, daha iyi nasıl şöyle yaparım daha iyi nasıl böyle yaparım! Hep dışsal!!!

İnsanların kafasından geçenlerin çok büyük çoğunluğu bunlardan ibâret!

Erkeği “ istediğini elde etme” peşinde, kadını da “ kendime daha çok nasıl baktırabilirim”in derdinde!

İslam’a aykırı bir şeyi sırf dersin müfredatı emrediyor diye dayatan bir zihniyete toz kondurmayan bir üniversite gençliği ile beraber yaşadığının ve ilerleyen yıllarda bir şeyler öğrensin diye biricik kızını canın oğlunu bu insanlara göndereceğini biliyor muydun acabâ?

Namazı camiye hapseden imamların arkasında namaz kıldığının farkında mısın acabâ?

Bu devride camilerdeki uygulamanın Resûlullah zamanı ile tek benzer yanı farzın cemaatle kılınmasıdır! Diğer her şey uydurmasyondur!

{Kütüb’üs-Sitte 2680 - İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular: " Namazlarınızdan bir kısmını evlerinizde kılın, sakın onları kabirlere çevirmeyin!"} hadisini inkar etmiyorsak neden “namaz = cami” gibi bir saçmalığın içindeyiz?

“Etrâfa uymak hayatın neresinde?” diye düşünme! Sağa sola bakmana gerek. Burnunun ucunda taptığın “etraf putu” !?

Namazı cemaatle kılmak güzel bir şey. Namaz için camiye giden müdavimlerden, halk ağzıyla cami cemaatinden birini, bir gün durdur ve sor bakalım en son ne zaman sünnet bir namaz kılmış evinde?!

Resûlullah’ın “ her gün kıl” dediği namazı, ramazan ayında camilerdeki toplu tespih namazına hapseden zihniyet ile Resûlullah’ın anlatmak istedikleri arasındaki farkı idrak eden var mı acabâ?

Neyse dostum, fazla da kurcalamamak lazım(mış), sonra kulağımızı çekerlermiş.. Varsın çeksinler.. Fakat her şeyi burada yazacak durumda yok maalesef.. Sadece birkaç örnekle hâlimizi görmeye çalıştık hep berâber..

Doğruları söylemekten çekinmeyelim..

Bir yönüyle hadislerde bahsedilen “ zâlim sultan” etraftan başkası değildir!

Etraf yanlışı empoze ediyorsa doğruya göre hareket etmiyorsa ve tüm mantıklı îzahlara rağmen “ataların dinine” sarılıyorsa burada durup düşünmek îcâp eder!

Artık safını belli etme zamanı geldi! İnandıklarına göre hareket etme zamânı geldi! Hatta geçmeye bile başladı! Herkes inandıklarına göre amellerde bulunur.

Sen sünnetullâhı “OKU”saydın dağlara çıkıp Allah Allah diye bağırırdın! Çünkü beynindeki Hasiyb esmâsı hem yaptığın iyi bir fiilde sende açılım sağlıyor hem de sistem ve düzene ters herhangi bir şeyinde de beynini o şeye kapatıyor, o şeye seni tıkıyor ve beynin hasar görüyor! Yukarıda bir tanrı yok bir elinde maşası olan diğerinde şeker olan! Bütün esmâlar sende, o bihaber olduğun beynin var ya, cennette orada cehennemde orada!

Eğer inandıklarına göre hareket etmezsen, yaşadıklarına inanıyorsundur!

Allah’ın ismine sempati duyduğun kesin. Resulullâh’a veya Kader’e sempati duyduğun kesin fakat sen bunlara duyduğun sempatiyi îman zannettin ve hayatının en büyük yanlışını yaptın!

İsme îman değildir amaç, iman edilmesi gereken isim değil mânâdır!

Birazdan ekrana gelecek bir görüntü kör olmana sebep olacak desem ve sende bana iman ettiğini söylesen, buna rağmen ekrana bakmayı sürdürsen sen bana iman mı ettin şimdi? Yoksa bana duyduğun “sempati”yi “iman” zannedip “ekranın insâfı”na bıraktın kendini!

Eğer bana iman sâhibi olsaydın ekranı kapatıp uzaklaşırdın oradan. Fakat sen ne yaptın? Bana iman ettiğini söylemiştin fakat ekrana bakmayı kesmediğin için artık hayatına kör olarak devam ediyorsun.

Yâni îman = amel, amel = îmandır!

Sen Hz. Muhammed Aleyhisselam’e ve O’nun anlattıklarına sempati duyuyorsun!

Fakat bu duyduğun sempatiyi, O’nun ismine ettiğin îmanı O’nun mânâsına imana dönüştürmelisin.

Sen “ismine iman” ettiğin âhirete hazırlık için, “ismine îman” ettiğin âhireti “mânâsına îman” hâline çevirmek için bu dünyada yaşıyorsun!.

Senin başka bir amacın yok! Eğer başka şeyleri amaç edinirsen geri dönüşü olmayan pişman edilesi bir yola girmişsin demektir!

{-Abdullah ibn Mes’ud radıya’llâhu anh şöyle dedi:

Bize dâima doğru söyleyen ve kendisine de doğru bildirilen Rasûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu.

Kendisinden başka Hak ilâh olmayan Allah’a yemin ederim ki: sizden biriniz cennet ehlinin ameliyle amel etmekte devam eder. Nihâyet kendisi ile Cennet arasında bir zirâ’dan başka mesafe kalmaz!.. Bu sırada yazı o kişinin önüne geçer!.. Bu defa o kişi cehennem ehlinin ameliyle amel etmeye devam eder!?.

Ve yine sizden biriniz Cehennem ehlinin ameliyle amel eder, nihâyet kendisiyle cehennem arasında ancak bir zirâ mesafe kalır. Bu sırada yazı önüne geçer!.. Bu defa da o kimse cennet ehlinin ameliyle amel eder ve cennete girer!.
} Hadis

{Bir kişi, "Allah ve Rasûlü ve Rasûlün bütün getirdiği hükümleri kabul ediyorum" derse; ve bunun yanında, o hükümlere dâir emirleri tutmazsa, İslam hükümlerini yerine getirmezse, bu kişi delâlettedir! sapmıştır!.. İman ehli sayılmaz!’ } Gavs-ı â’zâm Abdülkâdir Geylâni’nin "El Ganiyye" isimli kitabından..

Lütfen safını belli et artık! Kendini etrâfa ispatla demiyorum.

Kendini, kendine ispatla! Vicdânınla barışık ol, O’na kulağını tıkama!

“Safını belli et” demek “bölücü ol” demek değildir!

“Safını belli et” demek “münafık olma” demektir!


Münafık olmayan insan düşünen insandır! Düşünerek bulduğu hakikate iman eden insandır!

Eğer düşünmek suç sayılıyorsa bulunduğunuz yerde, o yer hakkında kara kara düşünmek gerekir. Zîra Kur’an’ı inkar etmek çok acı bir durumdur!


Siz gerçeklere göre hareket ettiğinizde birileri kulağınızı çekebilir. Fakat kulağımızı çekecekler diye top oynamamazlık etmezdik küçükken..

Hatırlayın o günlerinizi..O zaman çocuktuk fakat etrâfa rağmen yine de oynuyorduk oyunumuzu..

Şimdi de oynayalım inşallah.. Top kesen vahşîlere rağmen..

Sevgilerimle..