17 Ekim 2009 Cumartesi

Seçimlerde Senin, Sonuçlarda!..

Şartlanmaların değer yargılarını, değer yargıların duygularını meydana getiriyorsa, duygularından kurtulmaya çalışmakla sadece vakit kaybedersin.

Duygularını bir gün değiştirirsin, iki gün değiştirirsin! Ya üçüncü gün?

Kendinde yapacağın bir analizle, bir özeleştiriyle, yaşamında yakaladığın vicdan yakarışlarınla, nelere şartlandığını ve neleri örttüğünü çok rahatlıkla görebilirsin.

Şartlandıklarını ortaya çıkararak gerçeği örten en büyük nar perdelerinin birini görebilirsin.

Şartlandıklarının yanlış olduğunu, o konuda şartlandıklarının doğrusunu, aslını gerçeğini ancak Muhammed Aleyhisselam’a tâbi olduktan sonra görebilir ve bu şartlanmalarından ancak O’nun dediklerini uygulamaya koyduktan sonra kurtulabilirsin.

Sende irâde de açığa çıkarsa “bilincinden gelenlerle yaşama çalışması olan, şuurlu bir yaşama geçme çalışması olan Resûlullâh’ı en iyi şekilde anlama olayı olan tasavvuf”a girersin en nihâyetinde…

Tasavvuf bir hobi değildir!..

Tasavvuf “sen
şunla ilgileniyorsun bende tasavvufla ilgileniyorum” demek için değildir.

Tasavvuf, Allah Resûlü’nü en iyi şekilde anlamaktır.”..!...?

Muhammed Aleyhisselam kendisini değerlendiren için sırf hayırdır!

Gününü Resûlullah’ın dedikodusuyla harcayan için ise yaptığı dedikodu oranında şerdir Muhammed Aleyhisselam!


Şeytan şerdir” fakat şeytâniyete tâbi olmayıp bilincine uyan için “şeytan hayra vesile olmuştur!

Şeytanı müslüman olmak” ne demek acabâ?

Seni Allah Resûlü'ne uymaktan alıkoyan herkes, seni Allah Resûlü'ne uymaktan alıkoyan her şey senin şeytanındır! Şeytan diye bir varlık böyle bakınca yoktur, yâni sen, kendi kendine üretiyorsun şeytanını!

İnsanın başına ne gelirse duyguları sebebiyle gelir! “Başına ne gelirse”den amacım “yaşadığın olaylar” değildir, "olayların sende yarattığı şeytana uyma"dır!

İmthanla kendi kapasiteni görürsün, görüyorsun!

Şeytan, sendeki hayvanlıktır! Madde bedendir senin şeytanın!

"Sen ve eşin birbirinize düşman olarak inin" ne demek istiyor, ne dersin?

Duyguların da şeytanındır!

Meselâ sen “Allah’ın sevdi
ği kul dünyalıkta da rahattadır” diye şartlanmışsan, kötü dediğin bir olay yaşadığında ilme uymamanın açığa çıkması olarak “Allâh’ım ben sana ne yaptım”dersin ve duygularını harekete geçirerek üzülmüş, isyan etmiş olursun!

Kötü dediğin bir olay esâsen “belâ”dır. Muhammed Aleyhisselam’a göre “Allah’a yaklaştıkça belâlar artar!

Fakat sen, sisteme uygun olarak düşünmeyi ve hareket etmeyi terk edip “etraf putu”na taparcasına duygularının esâretine girersen senin efendin Muhammed Aleyhisselam değil, duygularındır!

Hâkan TÜRKMEN

11 Ekim 2009

Yeni Sonuçlar Yeni Uygulamanın Ardından Gelir!

YENİ SONUÇLAR YENİ UYGULAMANIN ARDINDAN GELİR

Zaman! Fenâ sarmış etrâfımızı!

Onsuz bir şey yapamıyoruz! O olmayınca bir şey olmayacak zannediyoruz!

“Allah katı”nda geçmiş veyâ gelecek olmadığına göre “şu insanların kıyâmetini koparayımda şunlar neler yapmış bir hesâba çekeyim” gibi cümleler kurulmadığını tahmin edebiliyorum...

Zaman yoktur, ard arda dizilen olaylar vardır” cümlesini yıllarca oradan oraya taşıdık fakat ne taşıdığımızdan haberimiz yokmuş, yeni fark ettik!

Bir arkadaşın önünde duran asırlık Dede’ye, çömezken, bâzı şeylerin vaktini merak ederek “Ne zaman?” dediğini hatırlıyorum fakat herhangi bir cevap almadığını da hatırlıyorum.

Cevap veremezler dostlar..
Çok ısrar etsek belki bir şeyler söyleyecekler ama tutmayacak! Ancak olacak şeyin öncesindeki olaylardan bahsedecekler en fazla!.. Çünkü onların dünyasında bizim mahkûm olduğumuz “zaman”ın borusu ötmüyormuş! Onlar olaylara tâbiymiş! Zamanın esiri değillermiş bizim gibi!

Onların dedikodusunu epey yapıyoruz da kendi hâlimizi en son ne zaman gözden geçirdik acabâ?

Eskiden yaptıklarımızla şimdi yaptıklarımız arasında bir fark yoksa, eskiden elde ettiğimiz sonuçlardan pek farklı bir sonuç elde etmeyiz.

İnsanların çoğu farklı sonuç beklemekten bahseder fakat farklı sonuçları doğuran “farklı düşünce” ve “farklı düşüncenin ürünü olan farklı davranış”ı yapmadan beklerler bu yeni sonucu!

Hem farklı sonuçlar bekleyeceğiz hem de eski yaptıklarımıza devam edeceğiz! Yeni sonuçlar eskilerin tekrarıyla elde edilmez ki! Edilmiyor...

Yeni sonuçlar yeni bir uygulamanın sonucu olabilir ancak!

Sen yeni bir şeyler istiyorsan, yeni bir şeyler istiyorsan, eski olanlara vedâ etmek ve yeni şeylere kapı açmak zorundasın!

Bâzen fiillerdir değişecek olan, bâzen de yapmakta olduğun fiillerin ardındaki düşünce dünyandır değişecek olan!


Eğer şu anki durumundan memnunsak devâm edelim yaptıklarımıza, yok memnun değilsek, dahasını istiyorsak farklı bir şeyler yapmak ve düşünmek zorundayız!

Hepimize kolaylaşsın...

Hâkan Türkmen

09 Ekim 2009

Ankara

Tasavvuf, Allah Resûlü'ne En İyi Şekilde Uymaktır!..

Şartlanmaların değer yargılarını, değer yargıların duygularını meydana getiriyorsa, duygularından kurtulmaya çalışmakla sadece vakit kaybedersin.


Duygularını bir gün değiştirirsin, iki gün değiştirirsin! Ya üçüncü gün?

Kendinde yapacağın bir analizle, bir özeleştiriyle, yaşamında yakaladığın vicdan yakarışlarınla, nelere şartlandığını ve neleri örttüğünü çok rahatlıkla görebilirsin.

Şartlandıklarını ortaya çıkararak gerçeği örten en büyük nar perdelerinin birini görebilirsin.

Şartlandıklarının yanlış olduğunu, o konuda şartlandıklarının doğrusunu, aslını gerçeğini ancak Muhammed Aleyhisselam’a tâbi olduktan sonra görebilir ve bu şartlanmalarından ancak O’nun dediklerini uygulamaya koyduktan sonra kurtulabilirsin.

Sende irâde de açığa çıkarsa “bilincinden gelenlerle yaşama çalışması olan, şuurlu bir yaşama geçme çalışması olan Resûlullâh’ı en iyi şekilde anlama olayı olan tasavvuf”a girersin en nihâyetinde…

Tasavvuf bir hobi değildir!..

Tasavvuf “sen
şunla ilgileniyorsun bende tasavvufla ilgileniyorum” demek için değildir.

Tasavvuf, Allah Resûlü’nü en iyi şekilde anlamaktır.”..!...?

Muhammed Aleyhisselam kendisini değerlendiren için sırf hayırdır!

Gününü Resûlullah’ın dedikodusuyla harcayan için ise yaptığı dedikodu oranında şerdir Muhammed Aleyhisselam!


Şeytan şerdir” fakat şeytâniyete tâbi olmayıp bilincine uyan için “şeytan hayra vesile olmuştur!

Şeytanı müslüman olmak” ne demek acabâ?

Seni Allah Resûlü'ne uymaktan alıkoyan herkes, seni Allah Resûlü'ne uymaktan alıkoyan her şey senin şeytanındır! Şeytan diye bir varlık böyle bakınca yoktur, yâni sen, kendi kendine üretiyorsun şeytanını!

İnsanın başına ne gelirse duyguları sebebiyle gelir! “Başına ne gelirse”den amacım “yaşadığın olaylar” değildir, "olayların sende yarattığı şeytana uyma"dır!

İmthanla kendi kapasiteni görürsün, görüyorsun!

Şeytan, sendeki hayvanlıktır! Madde bedendir senin şeytanın!

"Sen ve eşin birbirinize düşman olarak inin" ne demek istiyor, ne dersin?

Duyguların da şeytanındır!

Meselâ sen “Allah’ın sevdi
ği kul dünyalıkta da rahattadır” diye şartlanmışsan, kötü dediğin bir olay yaşadığında ilme uymamanın açığa çıkması olarak “Allâh’ım ben sana ne yaptım”dersin ve duygularını harekete geçirerek üzülmüş, isyan etmiş olursun!

Kötü dediğin bir olay esâsen “belâ”dır. Muhammed Aleyhisselam’a göre “Allah’a yaklaştıkça belâlar artar!

Fakat sen, sisteme uygun olarak düşünmeyi ve hareket etmeyi terk edip “etraf putu”na taparcasına duygularının esâretine girersen senin efendin Muhammed Aleyhisselam değil, duygularındır!

Hâkan TÜRKMEN

11 Ekim 2009

Ankara

Ne Zaman?

İnsanlar kendi istidât ve kapasiteleri kadarıyla Hz. Muhammed Aleyhisselam’ın anlattıklarını anlamak ve uygulamaktadırlar.


Hal böyleyken kapasitesi ve istidâtı yüksek insanların, kendisini böyle hisseden insanların,kendilerini çevreleriyle karşılaştırmaları ve onları biraz geçince olayın nihâyete erdiğini zannetmeleri Muhammed Aleyhisselam’ı anlamamaktır.

Karşılaştırmak iyi bir şey değil fakat illâ biriyle kendinizi karşılaştıracaksanız bu karşılaştıracağınız kişi Hz. Muhammed’i anlamaya çalışan birisi olsun! Bakalım o zaman geçiyor musunuz, nal mı topluyorsunuz?(!)

Hem diyeceğiz âhir zamandayız hem de kendimizi ahir zamanın kötü tarafına sebep olan kişilerle karşılaştırıp içten içe “ben onlardan üstünüm” diyeceğiz. Bu biraz anlayış kıtlığıdır. Hatta biraz değil baya baya anlayış kıtlığıdır bu durum.

Muhammed Aleyhisselam’ın gelmiş geçmiş tüm günahlarının bağışlanmasına rağmen o insan ibâdetle ne kadar meşgul oldu acabâ? İnsanlara yanlış örnek olmayayım diye mi yoksa işin içinde başka şeyler mi vardı?

Cehennem düşenler imansızlıktan yakınırmış, cennete gidenlerde az amelden yakınırmış.

Kendimizi imanlı varsayarsak farzlarla tatmin olmak yerine diğer ibadetlere, zikirlere, dualara ne zaman başlarız dersiniz? Çoluğu çocuğu everdikten sonra mı yoksa emekli olduktan sonra mı? Veya kendimize göre farklı farklı başlama tarihlerimiz mi var?

Bahâne üretmek kadar kolay bir şey yoktur!

Azrail’le kontratı olan olamayacağına göre, bu yazının sonuna dâhi erişeceğinin garantisi olamayacağına göre hâla neyin ertelemesindesin?

İnşallah” denilecek yer var “ Bismillah” denilecek yer var!

"Bismillah" demeden "İnşallah" diyen hava alır!

Sen başlama konusunda “ Bismillah” diyeceğin yerde, eskiden beri devam eden bir şekilde, biz babadan böyle gördük dercesine “İnşallah”larla tatmin oluyorsan daha çok “ İnşallah” çekersin ve “ Bismillah” diyemeden nalları dikersin!

Unutmayalım, yakınlık nafilelerle elde edilir.

Eğer sen, tesbih namazını camideki imamın ayın on beşinde maaşını almak şartıyla ramazanın son gününde kıldırdığı bir şey zannediyorsan sana elbette denilecek bir şey yoktur.

En yakınlarından birine tesbih namazı konusunda “ her gün kıl” diyen Muhammed Aleyhisselam’ı anlamamak için daha ne kadar uğraşacağız acabâ?

Zor değil yahu, yirmi dakika ya alıyor ya almıyor. Sâdece tesbih namazı değil tabi ki. Fakat bu namaz çok önemli. Lütfen en azından haftada bir kere kılalım..

Yakınlık elde eden kesinlikle havadan elde etmemiştir! Elde ettiği o yakınlığı amellerine borçlu değildir. Böyle bir düşünce yanlıştır.

Allah çeşitli sebepler yaratmıştır yakınlık elde etmek için. Kul, bu sebeplerden her hangi birine bağlanır veya bağlanmaz, bu O’nun kendi bileceği bir şey. Fakat sebeplere bağlanarak yakınlık elde edilirse anlamamız gereken olay şu olmalıdır: “Allah bu insanın yakınlık elde etmesini bu sebepleri vesile kılarak sağladı, o kişi bunları yaparak elde etmedi yakınlığı, Allah kuluna yakîn sağlamak için bu amelleri vesile kıldı! ”

Aynı gibi görünebilir fakat yakınlığı amellerine borçlu düşüncesiyle Allah bu amelleri vesile kıldı düşüncesinin arka planları epey farklı.

Birinde M (vehmin zulmeti) varken diğerinde B (vehim nûru) var!

Biri “Ben yaptım ve mecbur tanrı verdi” derken, diğeri ise “Allah böyle diledi ve böyle oldu, başka türlü olması muhaldir” diyor!

Hz. Îsa’nın bir sözü var: “Her arayan bulamaz fakat bulanlar arayanlardandır
İşte bu sözü hayatın her yerine yayabilirsiniz. Mesela nafile konusunda da şöyle bir bakış kazanılabilir: Her nâfile yapan eremez fakat erenler nâfileye devam edenlerden çıkmaktadır!

Azlarla tatmin olan aklı başında insan yoktur, deli hiç yoktur!
Farz dışında bir şey yapmayan evliya duydun mu?

Eren kişinin yürüteni “DİLEYEN RABBİNE BİR YOL TUTAR!”{külli irade yokmuş gibi yaşa} âyetidir, îmanı ise “DİLEYEN YOK İLLÂ ALLAH”{cüzi irâden yokmuş gibi düşün} âyetinedir!

Sen bu iki âyeti ıska geçersen istediğin bilgiyi bil, bilgiyle bir yere varılamayacağını mezar taşında yazacak olan ölüm tarihi denilen “XX. XX. 2XXX” tarihinde öyle bir anlayacaksın ki sadece insanlar duyamayacak anladığını ve anlayamamanın verdiği pişmanlığını!

Ahmed Hulûsi’nin kulağımıza küpe olacak bir sözü var:

{ Rasulullâh’a bu yolda yaptığı çalışmalar yüzünden “cinne uğramış, deli” dedilerdi; sen bırak delillik derecesini, akıllı düzeyinde(!) neler yapıyorsun?! }1118 - Dost’an Dosta

Amellerimizin ardındaki iki tür vehimden bahsetmiştik daha önceki yazılarda. O yazılarla beraber burada anlatılanlarda değerlendirilirse vehmin zulmetinde rütbe almak yerine, vehmin zulmetinden sıyrılmak için ibâdet, zikir, dua bize kolaylaşır inşallah.

Hâkan Türkmen
27 Eylül 2009

Ankara

Mânâ Şekilden Bağımsız Değildir!

Şekilci düşünen insanlara mânâyı anlatmaya kalkıncaŞekli yapmayacağız mı?” sorusuna muhatap kalıyoruz.

Mânâ, şeklin dışında değildir!


Şekil ve mânâ ayrılmaz ikilidir! Ne şekilden gâfil ol ne de şekille kayıtlan!

Amaç mânâdır fakat şeklin getirdiği nurdan mahrumiyet, seni mânâya ulaşmaktan alıkoyar!

Çünkü mânâ şeklin üzerine binâ olur, yâni mânâ şekli kapsamaktadır. Tam olarak bu yüzden şeklin dışında değildir!

Sen “şeriattan sonra tarikat, tarikattan sonrahakikat” diyebilirsin fakat bil ki ne hakikat ne de tarikat şeriattan ayrıdır, dışındadır! Her şey esâsen şeriatın içinde olmaktadır!

Yunus Emre hazretlerinin bahsettiği “çokları şeriat gemisinden hakikat denizine dalmadılar” sözü
şeriatı terk et” demek değildir!

Yunus Emre hazretlerinin bahsettiği “çokları şeriat gemisinden hakîkat denizine dalmadılar” sözü “çokları mecazı hakîkat zannetti, aracı amaç yaptı, sen aracı amaç yapma, amaç olan hakîkatı idrak etmek için aracı kullan, hakîkate ermek için araç olan şekilden mahrum kalma, fakat araçla da kayıtlanma, şekille olayın bittiğini zannetme, şekil işin başı, sona erdiğinde de baştan mahrum olmazsın, lütfen mecazları hakikate ermek için araç olarak kullan fakat aracı amaç yapma” demektir.

Anlayışı kıtlardan bâzıları “ben hakka erdim,
şeriata ve tarikata gerek kalmadı” diyorlar. Zikirden, namazdan, oruçtan vazgeçiyorlar..

Allah Resûlü hakîkata ermemişti gâliba?(!) Ölüm ânına kadar ibâdete, zikre, tefekküre, duâya, hakikate eremediği için devam etti gâliba?(!) Erseydi bırakırdı gâliba?(!)

Senin namazın mi’rac olmayabilir fakat “nasıl olsa namazın derinli
ğinden gâfilim, öyleyse hiç kılmayayım” dediğin anda kendini farz olanı yapmayanların diyârı olan ateşte bulursun!

İstediğin hakikat ehlinin hayâtını oku, göreceğin tek şey “ölüm anlarına kadar şeriata tam bağlılık”tır! Bunun dışında bir şey söyleyen ne Allah’ı anlamıştır ne de O’nu anlatan Resulullâh’ı!

Korunma duâlarını çekmeyenlerin geleceği nokta “ben hakka erdim,
şeriata ve tarikata gerek kalmadı” demektir! Allah bizleri muhafaza etsin şeytan ve zürriyetinden!

Veya zikir çeken biri olabilirsin..
Diyelim ki “fâtır” ismini günde 2700 defa zikrediyorsun. Fakat hâlâ insanlardaki fıtrî kulluğu idrak edemiyorsun ve bu esmânın açtığı “huzur” kapısından girememenin sonuçlarını yaşıyorsun! Kızıyorsun, bağırıyorsun, eksik, kusur görüyorsun!

“Mâdem bu esmânın sonuçlarını ya
şayamıyorum” diyerek bu esmânın zikrini elden bırakmamalısın! En azından bu esmâyı tefekkür etmelisin.

Amaç “fıtrî kulluğu idrak”tır fakat seni bu noktaya getirecek olan zikir ve(ya) tefekkürden de mahrum kalmamalısın!

Eğer Allah’a imanın olsaydı Her birimin belli bir amaç ile yaratıldığına ve Allah’ın ADL olmasının gereği olarak o birimin yaratılış amacına ulaşması için gerekli olan her şeyi o kulunu verdiğine” de iman ederdin zâten. Fakat “zâten böyle de
ğilim hepten bırakayım” dememelisin!

Allah’ın en sevdiği kul, duâsında (amacında) ısrarcı olandır!

O noktaya gelmek için sebeplere sarılmalısın! Fakat o noktaya gelince “Ben
şunları yaptım ve bu noktaya geldim” dememelisin. Diyeceğin “Benim bu noktaya gelmem için şunlar vesile kılındı” olmalıdır! Diğer türlü şeytan gibi “Sen beni azdırdın” kafa yapısının diğer versiyonuna dâhil olursun!

Aynı konu cennete girenler içinde söylenmiştir. “Hiç kimse yaptıklarıyla cennete giremez” denmiştir fakat ne hikmetse cennete gidenlerde cennete götürecek amellerden mahrum değillerdir. Çok ince nokta, umarım anlamışızdır.

“Zâten fıtrî kullu
ğu idrak edemiyorum öyleyse hepten bırakayım” dememelisin!

En nihâyetinde uğraşırsan geleceğin nokta: “Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler” demek olacaktır! Uğraşmazsan laklakla hiçbir yere varılmıyor.

Bilgiyle bir yere varılsaydı benim laptop sâfiyede (en üst idrakta) olurdu(!)

Birimin yaratılış amacına ulaşması için ne gerekiyorsa O’nu veriyor Allah! Güzel olan budur! Senin uyduruk güzellerin değildir güzel olan!

İşte bu yüzden demişler ki “Gerçek güzeldir fakat her güzel gelen gerçek değildir

Her şey sen anlamasan da, hazmedemesen de, göremesen de, yaşayamasan da güzeldir! Çünkü herkes yaratılış amacının gereği fiillerde bulunuyor. Buna îmân ettiğini söylüyorsun fakat hâlâ fiile kızıp fâilinde kellesini koparmaya kalkıyorsun!

Fille yanlış diyeceğine fâili karalamaya kalkıyorsun! Ve hayatının en büyük yanlışını hiç farkında olmadan yapıyorsun! Çünkü Allah’ı inkar ediyorsun!

DİLEDİĞİNİ YAPAR” âyetini inkar etmeseydin Allah nerede D
İLEDİĞİNİ YAPIYOR? diye sorardın kendine. Sonra da büyük bir şaşkınlıkla O’nu ötelere attığın için pişman olurdun.

Neyse dostum..

“Bakalım bu sefer ne yazmı
ş diye okuduysan öğrendin ne yazdığımı..

Burada veya başka bir yerde doğru bulduklarını alıp uygulamazsan “hobi farklılığı”ndan başka bir şey elde edemezsin! Hobisi farklı olanları almıyorlar cennete!

Bilgisi çok olanı da almıyorlar cennete!

Cennete girenler iman edenler ve sâlih amellerde bulunanlardır, imanının gereği uygulamalarda bulunanlardır!


Bilgili cehennemliklerden olmak an meselesi!

Eğer bildiklerimizi uygulamazsak ancak hayallerimizle yaşar ve hayallerimizle ölürüz. Kabir âlemine geçince de balonumuz patlar. Ve hayallerimizin sonucu olan cehennem çukurlarından bir çukurda kıyâmete kadar çırpınıp dururuz.

Olay, cehennem çukurlarından bir çukurla da kapanmaz.. Kabir nasılsa sonraki aşama daha da katlanmışıymış.. Gören böyle diyor ve bizde iman ediyoruz(!) mu?

{Kütüb’üs-Sitte 5456- “ …Kabir, ahiret menzillerinin birinci menzilidir. Kişi ondan kurtulabilirse, ondan sonrakiler daha kolaydır. Ondan kurtulamazsa ondan sonrakiler bundan daha zordur, daha şediddir…"}

Saygılarımla..

Hâkan Türkmen
03 Ekim 2009
Ankara

Hobidaşlarıma...

İnsana iki yerden ilim gelir.

1- Mekr olan ilim
2- Allah ilmi

Neden böyle?

Bir hadiste “Kul bildiğiyle amel ederse, allah O’na bilmediğini de öğretir” deniliyor.

Demek ki kişi bildiğiyle amel ederse O’na Allah öğretiyor!

Ve o kişi yaşama döktüğü/uyguladığı bilginin daha üst bilgisini bir yerlerden alıyordur. Allah yukarıda bir tanrı değilse, elindeki lazerli bilgi tabancasıyla bildiğiyle amel edenin et beynine yeni bilgiyi ışınlamıyordur!

Allah Hakiym’dir” ne demek çok iyi düşünmek gerekir! “Hakiym esmâsı"ndan gâfil olmazsak Allah ehline “düşünür-yazar” gözüyle bakmaktan vazgeçebilir diye düşünüyorum(!) Çünkü eşeğin sesi duyulunca namaz bozulur..!

Kişi bildiğiyle amel etmezse de kendisine yeni bilgi gelir.

Bildiğiyle amel edene yeni bilgiyi Allah öğretiyorsa, bildiğiyle amel etmeyince kim öğretiyor?!!

“İlim mekri”ne uğramış onlarca insan tanıdım. İşleri güçleri dinin, tasavvufun dedikodusunu yapmaktı ve halâ da tanımaya devam ediyorum.. Başka dedikodu türlerinden, gıybetten zevk almıyorlardı..

"Bende onlardan biri miyim?" diye sordum kendime. Ve epeyce düşündüm..

Çok kesin olarak aldığımız bir ilmi bir kez daha gördüm: “Kader ilmi!!

Bu ilme göre yaşayıp yaşayamadığımı da sordum kendime! Bu ilmin reklam panolarını oradan oraya taşımaktan başka bu ilim bende ne gibi değişikliklere sebep oldu diye kafa yordum.

Kaç dakikamı Allah beni görüyormuşçasına yaşadığıma karar verdim ve söylemeye utandığım için burada da yazamadım. Size dâhi söyleyemezken yârın Resûlullâh’ın yüzüne nasıl bakacağımı da düşündüm. Bence sizlerde düşünün hobidaşlarım benim..

Sevgilerimle..

İnandıkların İçin Yaşamazsan, Yaşadıklarına İnanırsın!

İnsanları etiketlerine göre değerlendirmek dünyanın dikkate alınğını gösterir. Çünkü Allah’ı dikkate almayan dünyâyı dikkate alır.

Dünyâ ve içindekiler cehennemdedir” gerçeğine göre dünyayı amaç edinen herkes, İslâm için yaşamayan herkes, Allah’ın kurmuş olduğu sistemi anlamak yerine insanların uyduruk sistemlerini anlamaya çalışan herkes, insanların menfaate dayalı sistemlerine gönüllü olarak hizmet eden herkes, değerler sistemini dünyevi etiketlere göre düzenleyen ve bu etiketlere göre insanlara muamelede bulunan herkes ne Allah’ı anlamıştır ne de O’nu anlatan Resulullâh’ı!

Sizin değerler sisteminizde ismin önüne konulan bâzı etiketler önemli bir yer tutuyorsa sizin “Resûlullâh’ın gözüyle dünyayı değerlendirmek”i bırakın “Resûlullah’ı değerlendirmek” gibi bir derdiniz dâhi yoktur!

Bu çok basit gibi duruyor fakat gerçeğin önündeki en büyük engellerden biri de şartlanmadır!

Küçük yaşlardan beri dayatılan bir şeyler var ve bu dayatılanların doğruluk ve yanlışlığını ölçmek yerine onların çok büyük bir kısmını alıp kullanıyoruz. Halbuki etrâfın anladığı ile Hz. Muhammed Aleyhisselam’ın anlattığı çok farklı olabiliyor. Ve etrâfın anladığıyla amel eden herkes Muhammed Aleyhisselam’ın anlattıklarını anlamamak yüzünden, etrâfa uymak yüzünden gelecek yaşamlarında sıkıntı çekeceklerse “ etraf böyleydi” gibi bir mâzeretleri ol(a)mayacak!

Okula giden küçük bir öğrencinin girdiği bir sınavdaki sınav kağıdına “arkadaşımla gezmeye gitmiştim o yüzden çalışamadım, lütfen bana beş verin hocam” gibi bir şey yazamayacağını herkes bilir!

Bu çok salakça bir şeydir ve eğer siz öğretmenseniz böyle bir mazeretle önünüze gelen öğrencinin sınav kağıdına diğer kağıtlardan farklı bir muamelede bulunmazsınız.

Sınav sonrasındaki değerlendirmem elime gelen sınav kağıdına göre olacak” diyebiliyoruz fakat çevrenin, televizyonun, kitapların, dergilerin, dini kurum ve kuruluşların, cemaatlerin, tarikatların ve diğer her şeyin bize şartlandırdığı şeylerin doğruluğundan da emin olabiliyoruz?!

Öteki tarafta(!) yanlış bir şey çıkacaksa da “ Etraf böyle yapıyordu, bende böyle yaptım” gibi bir şey söyleyerek ateşten(!) kaçabileceğimizi dâhi düşünüyoruz!!!

" Onlara ALLAH’ın inzâl ettiğine tâbi olun; denildiğinde, ‘Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız.’ derler.. Peki, ya ataları bir şeye akledememiş ve doğruyu da bulamamış idiyseler de mi? " {Bakara:170}

Bu ayet sâdece geçmişteki cahiliye insanlarına mı indi acabâ?

Kur’an mâdem her an yürürlükte, nasıl oluyor da ondaki uyarıları geçmişe hapsedebiliyoruz? Sonra da “Kıyâmate kadar geçerli olan tek kitap Kur’an’dır” sakızını çiğnemeye devam ediyoruz!

Sakız karın doyursaydı dünyâda aç insan kalmazdı!

Sınav kağıdına “arkadaşımla gezmeye gitmiştim o yüzden çalışamadım, lütfen bana beş verin hocam” yazan çocuğun hâline gülmesini biliyoruz fakat bundan daha da beter bir durumda olan kendi hâlimizi hiç tınlamıyoruz bile. Sanki biz değiliz Resûlullâh’ı incelemeyen, araştırmayan!

Allah’ın kurmuş olduğu sistem çok acımasız!. Güçlü güçsüzü ezer geçer! Hiç mi belgesel izlemiyorsun yahu!

{ Sistemi açıklamaya çalıştık; sistemi fark ettiklerini söyleyip; sisteme kafa tutup, savaş açan bir zihniyet içine girdiler!.

Silindirin önünde durmayın, ezer geçer; dedik; “Silindirin ezip geçeceğini fark ettik”, deyip; Silindirin önüne uzandılar!!!

Ateş yakar, acıma duygusu yoktur ateşin; su boğar” dedik… “Anladık, fark ettik ateşin yakacağını, suyun boğacağını”, deyip; içine atladılar ateşin, suyun, göya sistemi anlamış(!?) olarak!. } AHMED HULÛSİ - DİN`İN TEMEL GERÇEKLERİ kitabının SON UYARI bölümünden..

Hadis okumak insanların unuttuğu bir olay hâline gelmiş.

Etiketi kabarık biri veya birilerinin yaptığı yorumlar insanların işine geliyor ve bunlarla tatmin oluyorlar.

Hacı efendilerin hoca efendilerin şeyh efendilerin anladığı ve anlatmaya çalıştığı Resulullah’ın anlattığı mı acabâ?

Ya değilse hâliniz nice olur!..


İnsanların diğer çoğunluğu ise “ben zâten yaparım” diyerek kendisinde hissettiği özellikleri uygulamış gibi bir havaya bürünerek dinden uzaktaki oyun alanında günlerini bir “yok” uğruna, meslek uğruna, hırs uğruna, yükselme uğruna, daha iyi uğruna harcıyor!

İnsanlık dışsallıkta tükeniyor! Tv ne derse O’na iman ediyor!

İçe yönelmek unutulmuş! Sonsuza kadar yalnızlık unutulmuş!..

Birkaç gün yalnız kalmaya dayanamıyor hanım efendiler beyefendiler!

Yalnız kalması kaçınılmazsa, kimi CD yığar önüne kimi içiyorsa biraları içkileri, içmiyorsa diğerlerini yığar kimi de daha entel takılır romanları yığar!

Daha iyi nasıl yerim, daha iyi nasıl cinselliğimi tatmin ederim, daha iyi nasıl görünürüm, daha iyi nasıl etkili olurum, daha iyi nasıl evimi dekore edebilirim, daha iyi nasıl şöyle yaparım daha iyi nasıl böyle yaparım! Hep dışsal!!!

İnsanların kafasından geçenlerin çok büyük çoğunluğu bunlardan ibâret!

Erkeği “ istediğini elde etme” peşinde, kadını da “ kendime daha çok nasıl baktırabilirim”in derdinde!

İslam’a aykırı bir şeyi sırf dersin müfredatı emrediyor diye dayatan bir zihniyete toz kondurmayan bir üniversite gençliği ile beraber yaşadığının ve ilerleyen yıllarda bir şeyler öğrensin diye biricik kızını canın oğlunu bu insanlara göndereceğini biliyor muydun acabâ?

Namazı camiye hapseden imamların arkasında namaz kıldığının farkında mısın acabâ?

Bu devride camilerdeki uygulamanın Resûlullah zamanı ile tek benzer yanı farzın cemaatle kılınmasıdır! Diğer her şey uydurmasyondur!

{Kütüb’üs-Sitte 2680 - İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular: " Namazlarınızdan bir kısmını evlerinizde kılın, sakın onları kabirlere çevirmeyin!"} hadisini inkar etmiyorsak neden “namaz = cami” gibi bir saçmalığın içindeyiz?

“Etrâfa uymak hayatın neresinde?” diye düşünme! Sağa sola bakmana gerek. Burnunun ucunda taptığın “etraf putu” !?

Namazı cemaatle kılmak güzel bir şey. Namaz için camiye giden müdavimlerden, halk ağzıyla cami cemaatinden birini, bir gün durdur ve sor bakalım en son ne zaman sünnet bir namaz kılmış evinde?!

Resûlullah’ın “ her gün kıl” dediği namazı, ramazan ayında camilerdeki toplu tespih namazına hapseden zihniyet ile Resûlullah’ın anlatmak istedikleri arasındaki farkı idrak eden var mı acabâ?

Neyse dostum, fazla da kurcalamamak lazım(mış), sonra kulağımızı çekerlermiş.. Varsın çeksinler.. Fakat her şeyi burada yazacak durumda yok maalesef.. Sadece birkaç örnekle hâlimizi görmeye çalıştık hep berâber..

Doğruları söylemekten çekinmeyelim..

Bir yönüyle hadislerde bahsedilen “ zâlim sultan” etraftan başkası değildir!

Etraf yanlışı empoze ediyorsa doğruya göre hareket etmiyorsa ve tüm mantıklı îzahlara rağmen “ataların dinine” sarılıyorsa burada durup düşünmek îcâp eder!

Artık safını belli etme zamanı geldi! İnandıklarına göre hareket etme zamânı geldi! Hatta geçmeye bile başladı! Herkes inandıklarına göre amellerde bulunur.

Sen sünnetullâhı “OKU”saydın dağlara çıkıp Allah Allah diye bağırırdın! Çünkü beynindeki Hasiyb esmâsı hem yaptığın iyi bir fiilde sende açılım sağlıyor hem de sistem ve düzene ters herhangi bir şeyinde de beynini o şeye kapatıyor, o şeye seni tıkıyor ve beynin hasar görüyor! Yukarıda bir tanrı yok bir elinde maşası olan diğerinde şeker olan! Bütün esmâlar sende, o bihaber olduğun beynin var ya, cennette orada cehennemde orada!

Eğer inandıklarına göre hareket etmezsen, yaşadıklarına inanıyorsundur!

Allah’ın ismine sempati duyduğun kesin. Resulullâh’a veya Kader’e sempati duyduğun kesin fakat sen bunlara duyduğun sempatiyi îman zannettin ve hayatının en büyük yanlışını yaptın!

İsme îman değildir amaç, iman edilmesi gereken isim değil mânâdır!

Birazdan ekrana gelecek bir görüntü kör olmana sebep olacak desem ve sende bana iman ettiğini söylesen, buna rağmen ekrana bakmayı sürdürsen sen bana iman mı ettin şimdi? Yoksa bana duyduğun “sempati”yi “iman” zannedip “ekranın insâfı”na bıraktın kendini!

Eğer bana iman sâhibi olsaydın ekranı kapatıp uzaklaşırdın oradan. Fakat sen ne yaptın? Bana iman ettiğini söylemiştin fakat ekrana bakmayı kesmediğin için artık hayatına kör olarak devam ediyorsun.

Yâni îman = amel, amel = îmandır!

Sen Hz. Muhammed Aleyhisselam’e ve O’nun anlattıklarına sempati duyuyorsun!

Fakat bu duyduğun sempatiyi, O’nun ismine ettiğin îmanı O’nun mânâsına imana dönüştürmelisin.

Sen “ismine iman” ettiğin âhirete hazırlık için, “ismine îman” ettiğin âhireti “mânâsına îman” hâline çevirmek için bu dünyada yaşıyorsun!.

Senin başka bir amacın yok! Eğer başka şeyleri amaç edinirsen geri dönüşü olmayan pişman edilesi bir yola girmişsin demektir!

{-Abdullah ibn Mes’ud radıya’llâhu anh şöyle dedi:

Bize dâima doğru söyleyen ve kendisine de doğru bildirilen Rasûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu.

Kendisinden başka Hak ilâh olmayan Allah’a yemin ederim ki: sizden biriniz cennet ehlinin ameliyle amel etmekte devam eder. Nihâyet kendisi ile Cennet arasında bir zirâ’dan başka mesafe kalmaz!.. Bu sırada yazı o kişinin önüne geçer!.. Bu defa o kişi cehennem ehlinin ameliyle amel etmeye devam eder!?.

Ve yine sizden biriniz Cehennem ehlinin ameliyle amel eder, nihâyet kendisiyle cehennem arasında ancak bir zirâ mesafe kalır. Bu sırada yazı önüne geçer!.. Bu defa da o kimse cennet ehlinin ameliyle amel eder ve cennete girer!.
} Hadis

{Bir kişi, "Allah ve Rasûlü ve Rasûlün bütün getirdiği hükümleri kabul ediyorum" derse; ve bunun yanında, o hükümlere dâir emirleri tutmazsa, İslam hükümlerini yerine getirmezse, bu kişi delâlettedir! sapmıştır!.. İman ehli sayılmaz!’ } Gavs-ı â’zâm Abdülkâdir Geylâni’nin "El Ganiyye" isimli kitabından..

Lütfen safını belli et artık! Kendini etrâfa ispatla demiyorum.

Kendini, kendine ispatla! Vicdânınla barışık ol, O’na kulağını tıkama!

“Safını belli et” demek “bölücü ol” demek değildir!

“Safını belli et” demek “münafık olma” demektir!


Münafık olmayan insan düşünen insandır! Düşünerek bulduğu hakikate iman eden insandır!

Eğer düşünmek suç sayılıyorsa bulunduğunuz yerde, o yer hakkında kara kara düşünmek gerekir. Zîra Kur’an’ı inkar etmek çok acı bir durumdur!


Siz gerçeklere göre hareket ettiğinizde birileri kulağınızı çekebilir. Fakat kulağımızı çekecekler diye top oynamamazlık etmezdik küçükken..

Hatırlayın o günlerinizi..O zaman çocuktuk fakat etrâfa rağmen yine de oynuyorduk oyunumuzu..

Şimdi de oynayalım inşallah.. Top kesen vahşîlere rağmen..

Sevgilerimle..

Duâ!

Bakıyorum herkes birbirine dua ediyor: “Allah ilmini arttırsın, Allah şöyle razı olsun, Allah en güzelini nasip etsin, Allah dostlarıyla berâber kılsın...”

Duâ etmek kötü bir şey değil. Duâ o kadar değerli bir şey ki, Allah katındaki değerimizi sâdece ve sâdece dua iledir!

Duâ değerli bir şey. Fakat kumaşı terziye vermek lâzım. Çapulcuların eline düşen kumaş zarar getirir! Bilinçli olmayan duânın da etkisi var fakat bilinçli edilen dua ile kıyaslanamaz! “Mazlumun âhı yerde kalmaz” diye bir şey biliyoruz. Çünkü mazlum dediğimiz kişinin o duâyı etme ânındaki isteyişi, yakarışı öyle bir etkili oluyor ki, ÖZündeki RAB gücünü öyle bir değerlendiriyor ki, ettiği duâ en kısa zamanda yerini buluyor. Konsantrasyon mu dersin, yoğunlaşmamı dersin, samimiyet mi dersin, ne dersen de. Önemli olan o tür duaların yerini bulduğu, istenilen cinsinden bir şey verildiği!

Duânın bizi ilgilendiren kısmı, biz ne diye dua ediyoruz ve bize edilen dualar ne yönde?

En sık rastladığım ilim konusundaki duâlaşmalar. İnsanlar birbirlerine bu konuda çok duâ ediyorlar ve kendilerine de bu yönde duâ ediyorlar.

İlim ne demek?

Kimler ilim sâhibi olabilir?

İlim sâhibi olunca ne olacak, gibi sorular sorulabilir fakat bu soruların cevaplarından ziyâde kişinin ilme ulaşma serüvenine bir göz gezdirelim.

İlim ateşin ardındadır” sözünü işitince bu sözü öve öve bitiremiyoruz. Fakat neyi övdüğümüzü ve neyi çağırdığımızı hiç düşünüyor muyuz acabâ?

Sen bir şeyi översen, yâni ciddi ciddi seversin, istersin ve o şey seni bulur.

Eğer sen, ilmi övüyorsan kendine ateşi çağırmaktasın.

Çünkü sistem ateşin ardından verilen bir ilimden bahsediyor. Sistem, ilimden önce ateş diyor! Sabır isteyen belâsız kişinin kendisine belâ çağırması gibi ilim isteyen kişi de ateş çağırıyor, bela çağırıyor, musîbet çağırıyor, sıkıntı çağırıyor. Sıkmadan limonun suyu çıkmayacağı için senin Özündeki cevheri açığa çıkarmak için seni sıkarlar.

Elması bulmak için kazmayla kürekle çalışırlar. Hem de en yakınında olanlarla yaparlar bu işi. Dışarıdan yabancı işçi çalıştırmazlar. Hemen en yakınından başlarlar seni sıkmaya.

Bâzen bir iftira olur, bâzen bir haksızlık olur, bâzen istemediğiniz nâhoş hadiseler olur, bâzen güvendiğiniz karlara kar yağar, bâzen yanlış anlamalar olur vb..

Herkesin bir kuyruğu vardır ve vâr olan kuyruğunuza öyle bir basarlar ki, “bu olay başıma nasıl geldi” diyecek fırsatınız dâhi olmaz!

Olayı yaşayanlar iş başa düştü diyerek isyan etmek yerine hikmetini görmeyi bekleyenler ise ilim için adlarını listeye yazdırmışlardır artık.

Olaydaki hikmeti görmeyi bırakın, hikmetini görmeyi beklemeyi dâhi beceremeyenler, isyan edenler ise kendilerinden bekleneni verememenin verdiği hayal kırıklığı ile bir dahaki olayı yaşamaları beklenir.Ve o ilmi elde edene kadar aynı dozdaki olaylar o kişiye yaşattırlır. Çünkü geçmişte bir zaman ya o isteyişte bulunmuştur ya da O’na biri duâ etmiştir. Ve kabul olunmayan duâ yoktur!


Yaptığımız duâlarla ulaşmak istediğimizden ziyâde o ulaşmak istediğimizin oluşması için neyi çağırdığımızı çok iyi düşünelim, görelim ve olaylar silsilesinin içine çekilince “Bunlar niye başıma geldi ki?” çırpınışında olmak yerine “Mevlâ görelim neyler neylerse güzel eyler” idrâkına giriş niteliği taşıyacak düşünceler üretelim ve girelim inşallah..

Saygılarımla efendim..

Dileyen!

Bundan aylar evvel MEHMET DOĞRAMACI hocamızın “Etraf sensin ” isimli yazısını okuma lütfuna ermiştim. Bu yazı kısa olmasına kısaydı fakat her insanı ilgilendiren bir konuyu içeriyordu.

Yazının anlatmak istediği kısaca şu idi: “ Çevreniz, sizin geçmişinizde yaptıklarınızın ve de düşündüklerinizin veya ermek istediklerimizin somutlaşmasından başkaca bir şey değildir.

Bu yazıyı okuyana kadar çevreme bakışım: “Allah, imtihan vesilesiyle bazı kişileri çıkarıyor karşımıza ve bu kişilerle bir imtihan dünyasında dönüp duruyoruz.” idi. Yazıyı okuduktan sonra bu fikrimde pek bir değişme olmadı fakat bu bakış açım daha da genişledi ve Allah’ın yukarıda bir tanrı olmadığını daha da iyi anladım. Hep lafını yapardık “Allah ötelerde bir tanrı değildir, O bize şah damarımızdan daha yakındır” . Bu konudaki samimiyetimiz bizi daha da üst bir idrâka taşıdı zannedersem. Artık çevremdeki insanlara “Allah’ın rastgele gönderdiği kişiler” gözüyle bakmıyor; “ Allah’ın HASİYB ve HAKIYM esmâlarının bir sonucu olarak var görünen kişiler ” olarak bakıyordum. Çünkü yanımızdaki kişi veya kişiler, şans, tesâdüf gibi kelimeler kullandıklarında onlara “yanlış” demesini biliyorduk fakat bu gibi olayları açıklamak yerine sadece yanlışı söylüyor gerisiyle ilgilenmemeyi seçiyorduk . Eğer din konusuyla fazla ilgilenirsek yukarıdaki tanrı çarpardı yoksa. Artık yukarıdaki bir tanrının yokluğunu öğrendiğimize göre Allah kelimesinin işâret ettiği mânâyı düşünmeye ve hayattaki bakış açımızı Allah ahlâkıyla ahlaklanmış bir şekilde düzenlemeye çalışsak akılıca bir davranış sergilemiş oluruz diye düşünüyorum.

Neyse, gelelim “ Etraf Sensin! ” şaşkınlığına.

İnsanlar okudukları yazıları pek dikkate almazlar fakat benim için ha bir yazı vesilesiyle bir gerçek önüme serilmiş ha konunun uzmanı bir kişiyle sohbet esnasında o gerçeği O’ndan dinlemişim . Pek fazla etki farkı olmaz. Çünkü şefaat denilen olay, yanlış bildiğimiz bir şeyin doğrusunu öğrenmemizden başka bir şey değildir. Eğer biz, doğrusunu öğrendiğimiz yanlış bir hareketimizde, doğruyu değil de yanlışı seçiyorsak şefaati tepmiş oluruz ve elimizin tersiyle ittiğimizin gerçekte ne ve kim olduğunu çok tehlikeli bir zamanda öğrenebiliriz. Maalesef oradaki öğrenmemiz hiçbir işe yaramaz. Çünkü yaz ayında mahsül toplanır !

Benim için o yazı, şefaatti.

Yanlış olmasa bile doğrusunu bilmediğim bir şeyin aslını öğrenmiş olmuştum. Ve gerçekleri her zaman sevdiğim için zor gelmedi bu gerçeğin kabûlü.

Gerçeği kabul etmek benim için kolay olmasına kolaydı fakat gerçeklere göre yaşamak her zaman kolay olmamıştır, ki insanların geneli böyledir.

Öğrenilen gerçek, insanlarla olan ilişkilerin perde arkasıyla ilgiliyse bu gerçeği hazmetmek epey zor olmuştur. Allah kolaylaştırmış olsun inşallah.

Kader’e iman kolay bir şey değil. Ve Allah’a iman denilen olay tamamen kadere îmâna bağlı bir şey olduğu için “ etraf ” ismiyle işaret edilen hor görülmemesi gereken şey kadere iman etmek ile kadere iman etmemek arasındaki yerimizi belli ediyordu. Eğer çevremizdeki kişiler ve yaşadığımız olaylar tesâdüfen değilse bunların perde arkasında mutlak bir gerçek olmalı. İşte o gerçek Allah ismiyle işâret edilendir.

Allah’a iman etmek kâinatta vâr olan her şeyin bir sebeple olmasını doğurmaya iman etmek anlamına da gelmektedir.

Bâzı olayların arkasındaki hikmetleri anlayamayız ve kızar sinirleniriz. İşte bu durumumuz çok yanlıştır. Çünkü her ne kadar bir olayı yapan bir kişiden söz edilse de bu olayı yapan esâsen o kişi değildir. Yâni, kendi aklı ve irâdesiyle yapmış değildir bu olayı. Eğer O kişiye ayrı bir irâde ve akıl atfedersek Allah’a iman denilen olay havada kalacak ve ötede bir varlığa inanmak gibi bir şey olacaktır. Ki bu olay açık şirk olarak değerlendirilmiştir!

“Kulun irâdesi” veya “kulun aklı” gibi kelimeler Allah’tan bağımsız bir iradeye ve O’ndan ayrı bir akla işaret etmemektedir!

Bizi üzen ve sevindiren tüm olayların neredeyse hepsi insanlar vesilesiyle olmaktadır. Fakat insanların çoğu GERÇEK FÂİL’den perdelenerek, “vesile”yi, yâni “yok”u var zannetmişlerdir.

Ve böylece üzülmeye, kızmaya, sinirlenmeye, bunalmaya başlamışlardır.

İşte tam olarak burada “Fâile hubb, (sevgi, muhabbet) Fiile buğz (kötüleme)” sözünü hatırlayabiliriz.

Seni üzen her olay, seni yakan her durum tamamen Allah’ın irâdesi sonucu olmaktadır. Bunun zıddı bir düşünce Hz. Muhammed(sav)’in açıkladığı kadere iman etmemek olur ki, kadere iman edemeyen Allah’a iman edesi değildir.

Cennete ise sâdece Allah’a iman ile girilmektedir.


Neden etraf Allah’tan ayrı değil?!


Allah ötede bir tanrı değilse önümüze çıkacak olan gerçek “ LA İLAHE İLLA ALLAH ” olacaktır. Buradaki “ilahe” kelimesini ayrı iradeler zannı olarak değerlendirebiliriz.

Ayrı bir birim veya ayrı bir akıl.

Yani, “ilâhe” yerine ayrı ile başlayan her şeyi yerleştirebilirsiniz!

LA İLAHE (güç, kuvvet, kudret, canlılık, ilim) vb.

İşte böylece irade konusunda şu ayet önümüze çıkar: “ Ve mâ teşe ûne {la ilâhe} illa en yeşê ullah {illa allah}…” (insan sûresi 30. ayet) Dikkat ederseniz “ La ilâhe illâ Allah ” ile aynı formatta bir ayettir.

Bu ayete iman ile kişideki yanmalar son bulur, üzüntüler bunalımlar bitiverir, imanın kuvvetine göre!

Ne kadar ilginç değil mi dostum?

Bu gerçeği, çok titizce anlatan YILMAZ DÜNDAR hocamı saygıyla, hürmetle anıyorum.

Çok büyük gerçekler hem büyük bir lütuftur hem de insanın boynuna yüktür, yani gerçeğin ağırlığına göre bir yük takılmıştır boyna.

İşte bu çok büyük gerçeği görmek hem büyük bir heyecan uyandırmıştı bende hem de bu gerçeğe göre hareket edememe korkusunu tetiklemişti bu lütuf. Çünkü gerçeğe göre hareket etmemek her zaman pişmanlıklarla sonuçlanmıştır. Bu dünyadaki pişmanlık zâten büyük lütuf! Çünkü o pişmanlığa sebep olan fiilimizi değiştirme gibi bir olayımız var. Yanlış olduğunu bilmediğimiz bir şeyle öldüğümüzü düşünemiyorum, Allah korusun cümlemizi!

Ve böylece “ Neye iman? ” konusunu halletmiş “ Nasıl hareket edeceğim? ” sorusu zihnimde uyanmıştı. Yıllardır bir hareket prensibim vardı, fakat o prensibi anmak bile istemiyordum. Çünkü banyoda çıkan kiri görmek sevindirmez insanı!

Merak ettiysen anlatayım sana. İnsanlardan bir farkım yoktu. Kitaplar okur, birilerini dinler, insanlarla istişareler yapar ve gerçeği öğrenirdim. İşte bu öğrendiklerime göre hayatımı düzenlerdim. “Eee ne var bunda!” diyebilirsin fakat bunda öyle bir şey var ki gözlerimi cehennemde açacak kadar bir şey var!

“Allah’tan ayrı bir irâdeM var” diye düşündüğüm anda, Muhammed Aleyhisselam’ın anlattığı kader gerçeğinden koparak, anlayışı kıtların anladığı onlarca kader anlayışından herhangi birine düşerdim ve bu bataklıkta yüzmeye başlardım, tabi boğulmazsam!

Anlatabildim mi?

Diyelim ki, kendi irâdemi Allah’tan ayrı zannetmemeyi başardım, ya etrafı ne yapacağız?

Bize kızan, bağıran, bizi sinirlendiren etrâfı ne yapacağız?

Ara sıra yok yere, sırf ben tatmini yapsın diye kuyruğumuza basan etrafı nereye koyacağız?

Yutulması zor lokma fakat bu lokmayı yutmak lazım cancağızım, yoksa aç olarak öleceğiz, ki dirilişimizde aç olacak, haşredilişimizde. İster maalesef de , ister oley de, bu iş böyle.

Kim nasıl yaşarsa öyle ölür ve öyle dirilip öylece haşredilir.!

“Ne yana dönersen Vechullah’ı görürsün”
diye bir gerçek biliyoruz fakat bu gerçek neye işaret ediyor pek düşünmüyoruz.

İster komşuna bak, ister başbakana bak, ister çöpçüye bak, ister annene bak, ister âlime bak, ister evliyâya bak, göreceğin Allah’ın vechinden başka bir şey değildir!

Bak ne diyor üstâdımız Ahmed Hulûsi:

{“ Vechullah ” demek, yâni “ Allah'ın vechi " demek, Allah'ın isimlerinin mânâları demektir. " Yüz "den murad, ilâhi isimlerin mânâlarıdır. Yâni, Allah'ta mevcut bulunan mânâları müşahede etmek demektir; " Vechullah’ı görmek ” demek!} " AHMED HULÛSİ'DE KAVRAMLAR " Kitabından...

Sen istediğin yere bak, istediğin şeyi düşün Allah’tan ayrı bir şeyi düşünemezsin. Mümkün değil. Çünkü her şeyin aslı Allah’tır. Asıl derken, merkez gibi anlamayalım. Her şeyin ÖZ’ü O’dur. Hiçbir şey O’ndan bağımsız değildir. O’ndan bağımsız olduğunu iddia edebilirsin fakat bu iddia ediş sadece bir zandır. Ve bâzı zanlar vardır, günahtır.

Esas günah olan şey, gerçeği örtmek denilen Allah’ı örtmektir, Allah’ı bilmemektir!

Diğer bütün günah olan şeyler bu zandan dolayıdır. Yâni sen, kendini O’ndan ayrı bir birim zannetmezsen, karşımda dediğin kişileri O’ndan ayrı bir şey zannetmesen, senin “ gören göz ”ün, “ işiten kulak ”ın, “ konuşan dil ”in Allah olacaktır!

Yâni, eskiden O’ndan ayrı olarak görüp, duyduğunu, konuştuğunu zannediyordunya, artık bu zannından kurtuldun ve bütün her şeyin Allah ile (“ B ”illâhi) olduğunu fark ettin. İşte bu fark ediş sendeki tüm azâbı söndürdü. Üzüntünün kökeninde sadece ve sadece bu zan vardır, bunu fark ettin.

Tek günah vardır: “LA İLÂHE İLLÂ ALLAH” diyememek. Yani bu kelime-i tevhidi yaşayamamak!

İşte bu zanna sâhip kişilere “zâlim” demişler. Nefse zulüm olarak isimlendirmişler zâlimin yaptıklarını!

“Zâlim hükümdâr”a karşı gelmek demek kendini tanrı îlan edene (ayrı bir iradeM var, ayrı bir aklıM var diyene), kendi muhtâriyetini ilan eden zâlime “DUR” demektir.

Sen kendi kendine DUR diyeceksin. Dışarı da sataşacak birileri arama!

Kendi ayrılığını ilan etmeyeceksin. O’ndan ayrı olmadığını görmek için tüm ömrün boyunca uğraşacaksın! İşte bu uğraşın cihaddır . Ve bu hâl ile ölürsen, alimlerin “ nefse zulmedene de cennettedir ” dediği gruptan olursun.

Esas cihad kişinin kendi içindeki zâlim hükümdar ile olan cihadıdır.

Muhammed Aleyhisselam’ın savaş sonrasında söylediği “ BÜYÜK CİHAD ”ı duymadın mı yoksa?

Kendini Allah’tan nasıl ayrı görürsün? İnsanları ve tüm mahlukatı nasıl O’ndan ayrı zannedersin?

Hem Allah’a iman ettiğini söyleyeceksin hem de “ O’ndan ayrı iradeler ” zannı taşıyacaksın. Bu ikisi birbirinden zıttır dostum. Birinden birini seçeceksin artık. Ak koyun ile kara koyunu ayırmazsan, o işle görevli olanlar çok âdil bir şekilde ayrımı yaparak koyun sahiplerini hak ettiklerini vermektedirler!

Alimler diyor ki: “ Nefse zulmeden cehennemdedir.

Nefsinin hakkını vermelisin. Zâlim olmak senin hoşuna gidiyorsa hiç bulaşma bu konulara. Yok, bundan pişmansan ve kurtuluş için çabalıyorsan allah yolunu kolaylaştıracaktır inşallah.

Eğer nefse hakkını vermek istiyorsan sana ışık olacak âyet: “ Dileyen Rabbine yol edinir ” âyetidir. (insan suresi 29. âyet)

Âdetâ el fenerin insan sûresi 29. âyet, pilin ise insan sûresi 30. âyet olacak. Pil olmadan ışık yanmamalı. Işık yanıyormuş gibi gözükebilir fakat bu yanan ışık ameldir, kesinlikle sâlih amel değildir. O ışık ile zulmette ilerlersin. Varacağın en son nokta FETH- Zulmânidir!

Şirk koşarsanız amellerin boşa gider ” âyetini kaç kulak işitiyor acabâ?

“Ben varım” demeyeceksin. Sen yoksun. “Ben varım” dediğin anda gerçekten koparsın.

Çünkü ne yana dönersen vechullah!

Varmış gibi amellerde bulunacaksın. Fakat varmış gibi yaşamak ile var olmak arasında çok büyük fark vardır!

İşte bu fark yüzünden “nefse zulüm hâli” denilen bir hâl ortaya çıkıyor. Ortaya çıkan bu durum zulüm ehlinin ebedi cehennemlik olmasına sebep oluyor. Senin yaptığın tüm ameller insan sûresi 29. âyet kapsamında olmalı. İşte bu yüzden Muhammed Aleyhisselam ibâdet konusuna çok önem vermiş ve tedbir konusunda çok dikkatli davranmıştır!


Îmânın “ Dileyen yok illâ allah ”a olacak. İşte bu âyet uluhiyet mertebesine âit bir gerçektir. Bu âyetin insâni boyuta indirgenmesi lâzım. İnsanlara yönelik herhangi bir açıklama yok İnsan Sûresi 30. âyette. Vâr olan gerçek söylenmiş sâdece.

Fakat insanın hareket etmesi lâzım. Bir şeyler yapması lâzım.

Aynı Kur’an: “ Ellerinizle yaptıklarınızın sonucunu yaşarsınız ” demiş. Demek ki bir şeyler yapmak lâzım. İşte İnsan Sûresi 29. âyette de insana bir nasihat var, bir tavsiye var, bir yol gösterme var:

Dileyen Rabbine bir yol tutar

Çünkü Kur’an nasihattir!

İşte bu ayetteki “ dileyen ” çok önemli. “ Dileyen yok” ama “nasıl dileyen yok”?

Eğer “ben varım ve bağımsız olarak diliyorum“ dersen, bu yanlış olur.

“Ben varım, ben ayrıca diliyorum” demeyeceksin. Çünkü insan sûresi 30. ayette: “ Dileyen yok illâ allah ” deniliyor. Bu ayete demişler ki “Önce Allah diler sonra biz dileriz”

Bu meâl, eksik ve yanlış bir meal.

Allah AHAD ve SAMED olmasına rağmen nasıl oluyor da bir O diliyor ve bir de biz diliyoruz ve: “Önce Allah diler sonra biz dileriz” deniliyor. Basiret yetersizliği tam olarak budur!

“Ben varım, ben ayrıca diliyorum” diye düşünmemeliyiz. Çünkü ne ben varım ne de sen varsın. Bizim varlığımız Allah indinde yok hükmünde.

Ben varım dediğin anda gerçekten koparsın. Çünkü Dileyen YOK!

{Ayrıca} Dileyen YOK; İLLÂ ALLAH!

Eğer ayrı bir şey zannedersen “Ne yana dönersen vechullah!” gerçeğini örtersin ve örtücü olarak cehennemde uyanırısın!


Esas görevi insanları örtücülükten kurtarmak olan Muhammed Aleyhisselam'ın işlevini fark edelim artık ve efendimiz dediğimiz O insanı övüp durmak yerine O’nu anlamaya çalışalım.

Saygılarımla efendim…

Önce Îman!

Akşam yemeği için aldıkları ekmekten kalan yarım ekmeğin arasına çikolatayı düzgün bir şekilde sürdükten sonra bardağa su doldurup gecenin sessizliğini dinlemek ve gecenin ayazını tüm hücrelerinde hissetmek için balkona çıktı. Hafiften esen rüzgar, estiği kadarıyla titretiyordu. Dar balkonda bulunan demir tezgahın üzerine konulmuş yastığa oturdu.Manzara gibi bir şey olmadığı için elindeki ekmeği azar azar yiyerek sokak lambasının oluşturduğu hoş görüntüye bakıyordu.

Bir yandan sanki zorla yaptırılan düşünme eylemine devam ediyor bir yandan da yarın tutmayı düşündüğü oruç için ekmekten ısırıyordu. Bu şevval orucu işini son günlere bırakmıştı. Bâzen “türk olmak” diye esprisini bile yapardı bu sona bırakma konuları açılınca.

Müftü, imam, müezzin, iyi çocuk, cami cemaatinden, öğretmen, ev imamı, bölge âbisi, il vekili, profesör vb. etiketlilerle beraber yaşıyordu. Dînî etiketi kabarık insanların arasındaydı yıllardır.

Her şeyi bildiğini zanneden tiplerle konuşmasını çok sevmesine rağmen onlarla konuşmaların sonundaki “olaya hiç böyle bakmamıştım” itirafını duyunca alışılagelen tebessümünü gösterip hayâtına devam ederdi.

Yine bir gün ders arasını fırsat bilip okulun yakınındaki evine gelmişti yanındakiyle. Yine her şeyi bildiğini zanneden biriyle konuşacaktı gâliba. Akranları gibi karı-kız, futbol, siyâset, ders muhabbeti yapmaktan ziyâde en azından dinin dedikodusunu yaparımana felsefisiydi! Bu seferki konu “Îmandan sonra mı sorgulama, sorguladıktan sonra mı îman? ”dı.

Karşısındaki “önce sorgulama” diyordu. Sorguladıktan sonra gerçek ortaya çıkar ve insan bu gerçeğe göre hareket eder diyordu. Kendi öğrendiklerine epey inanmış olduğu belliydi fakat her zamanki sâkin tavrıyla buradaki muhabbete de kendi bakışıyla yaklaşacaktı.

Sen kendi yaptıklarının sonucunu yaşayacağına inanıyor musun? ” diye sordu.

“Evet, kendi yaptıklarımın sonuçlarını yaşayacağım fakat buna ben inanabilirim, diğer dinlere sâhip insanlar sorguluyorlar sonra inanıyorlar” diye cevap verdi yanındaki.

Diğer dinler dediği hristiyanlardı. Sâdece sordu:

‘Îsa(as) benden sonra gelecek olana iman edin’ dedi mi demedi mi?

Dedi diye yazıyor kitaplar. Ne olacak dediyse?

Garip soruyu duyduktan sonra biraz da gülerek: “Bir şey olacağı yok! Sâdece şu anda hangi insan Îsa öyle dedi diye Muhammed Aleyhisselam’ı ve O’nun açıkladığı İSLAM’ı benimsiyor, hiç düşündün mü? ” diye konuştu.

Bilmem, hiç duymadım.

Duymazsın, çünkü onlar ne Îsa’ya inanıyor ne de O’nun îman edin dediği Muhammed’e! Sen en iyisi kendilerinin dâhi inkar ettiği kişiye îman ettiğini söyleyen kişilerle uğraşmayı bırak da, kendi hâline bak! Muhammed Aleyhisselam’a inanmayan herkes cehenneme gidecek! Onlarda bu şekilde devam ederlerse ne hayallerindeki Îsa kurtarır onları ne de anaları Meryem kurtarır!

Evet ama onlarda bizi cehenneme gönderiyor Îsa’ya inanmıyoruz diye?

Sen gerçekten Allah’a iman etmişsen bütün insanlar sen cehennemlik deseler bile sen cennete gidersin! O yüzden bırak nereye gönderirlerse göndersinler! Biz Îsa’ya inandığımız için olmasa da bizim inandığımız Muhammed aleyhisselam’ı müjdeleyen Îsa aleyhisselam’a da bir şekilde iman etmiş oluyoruz aslında! Çünkü kendisi demiş “Benden sonra gelecek olana iman edin” diye! O yüzden bırakalım onları ne yaparlarsa yapsınlar.

Olur mu öyle şey?

Olur olur. Kuantum fiziğini incelemekten âciz rahipler ile iki kelam dâhi edilmez. Kuantumu inceledikten sonra ihlas suresini okuyanlar şaşkınlıktan kendilerini alamıyorlar! Sen en iyisi fazla kurcalama, zamanını daha güzel şeyler için değerlendir.

İnşallah..Ama insan önce sorgumalı. Çünkü sorgulamadan inanan binlerce müslümanın sefil durumu herkesin gözü önünde!

Müslümanların durumu öyle de sen kimliğinde İSLAM yazan herkesi neden îman sâhibi yaptın ki? Hadise göre “bin kişiden biri cennete gidecek”!Sen bir buçuk milyar insanı cennete gönderdin. Halbuki günümüzden en fazla 7 milyon kişi gidecek cennete. TCnin nüfusu kaç?

80 milyon.

Eee?!! Demek ki “ben müslümanım, ben cennetliğim” diyen ve bunu bir yerinde taşıdığı kimliğinle ispatlamaya çalışan herkes cennete gitmeyecek!

Cennete gitmek bu kadarlık kişinin âkıbeti mi yâni.

Bilmiyorum fakat hadis doğruysa, ki evliyalardan dâhi onay alan Kütüb’üs-Sitte de geçiyor, hadis eğer doğruysa gerçek böyle. Sen cennetliklerin sayısını değil de cennetliklerin özelliklerini anlatsana bana?

Allah’a iman eden cennete gidiyor.

Evet, bak ne güzel dedin. Sorgulama sâhibi gitmiyor cennete! Allah’a iman eden gidiyor cennete. Demek ki önce îman edilmeli. Ve daha sonra iman ettiğimiz şeyleri sorgulayarak îkâna çevirmeli! “Ve bil âhiretihum yûkinûn”u biliyorsundur Bakara’nın başındaki.

Îmandan sonra sorgulamayan insan, sâdece cennetin çoğunu oluşturan BÜHL olabilir. Fakat îman eden, ettiği îmana göre yaşayan ve iman ettiklerini sorgulayanlardan çıkacaktır Allah Resûlüne yakın olanlar!

Cemâlullâh’ı seyir denilen olayı önümüze çıkacak olan devâsa bir tanrıyı gözlemleme olarak düşünmüyorsak ilim sâhibi olanların erişebileceği bir müşâhede olarak değerlendirebiliriz bu olayı!

Neyse, fazla yaymayalım konuyu, derse de az kalmış. İstersen îman ne demek daha sonra konuşuruz. Çünkü iman edenler kurtuluyor cehennemden!


Tamam. Müsait olduğumuzda konuşuruz. Sağolasın..

Bir hafta önceki konuştuklarına dalmıştı gecenin ayazında. Elindeki ekmeğin son kısmını da bitiriverdi. Bardaktaki suyu azar azar içti ve eve girdi.

Dışarıdaki soğuğun üşüttüğü insanları düşündü.

Geçenlerde Kocatepe’ye giderken üstü kapalı kuytu bir yere serilmiş eski bir yatak ve kapkara bir teneke görmüştü. Sonra yatağın içinde biri olduğunu fark etmişti. Battaniyenin içinden bir kol dışarı çıkmıştı. Gözlüklerini yine takmadığı için gözlerini biraz kısarak baktı ve battaniyenin içinden çıkan kirli yüzü gördü. Sakalları bir birine karışmıştı. Daha fazla kalmak gereksiz diye düşündü. Bu insanlar bir şişe şarap ve birazda karnını doyuracak yiyecek için yanlarından geçen herkesten para isterlerdi. Bu sefer bir şey vermeyecekti. Diğer insanların tuhaf bir şekilde baktığı yerdeki adamın yanından uzaklaşmıştı.

Evin sıcaklığı bunları getirmişti aklına. Dişlerini fırçaladıktan sonra odasına geçti ve bir müzik açtı. Çalan müzikte “gideceksen bekleme” diyordu durmadan.

Güzel bir sözdü.. Fakat uykusu da vardı.. Gözlerini kapasa bile uyumazdı gâliba..

Dinlenmek için uzandığı yatakta uyuya kaldı.. Genelede böyle olurdu, yine aynısı oldu..

Sabah uyandıktan sonra kahvaltı yapan arkadaşlarına “beyler âfiyet olsun” diyerek dışarı çıktı.

Hayat bir an durdu ve “Herkes yaratılış amacında” cümlesi çınladı kulaklarında.

Yokuşun ucundaki büfenin orada öylece etrâfına bakındı.

Taksici taksi bekliyor, markettekiler reyonları düzeltiyor, işi gücü olan hızlı adımlarla yürüyor, kahvedekilerde ellerindeki sigaralarla önlerindeki çayı yudumluyorlardı..

“Sende okuluna git” dedi kendi kendine..

Put!.

Put, tapınılan şey demektir!..

Bundan 1400 yıl önce Muhammed Aleyhisselam bütün putları yıkmıştır!..

Fakat insanlar, dışarıda yıkılan putlarla sınırlanmışlardır.

Gözle görülenlerin put olabileceğini ve Muhammed Aleyhisselam’ın gözle görülen putları yıkmak için irsal olduğunu zannetmişlerdir!.

Ve haliyle de "şeklin ötesine geçemeyen insanlar"dan olarak dünya sahnesinden çekip gitmişlerdir!..

Eskiden böyleydi de şimdi çok mu farklı?

Günümüzdeki insanların çoğunun: “Dışarıdaki puta tapan müşriktir, bunun dışında müşrik yoktur.” dediği hepimize aşikar!..

Görüyorum, duyuyorum, okuyorum... İnsanların çoğu böyle…

Kimse kendini kandırmasın!..

Muhammed Aleyhisselam bir hadisinde “Ümmetim için şirk-i hafiden (gizli şirkten, küçük şirkten) korkuyorum” demiştir!..

Bu şu demektir kanaatimce: “Zahirdeki puta tapma olayı Allah’ın izniyle bitti fakat şuurdaki putları yıkmak ümmetime kaldı. Böyle olunca da ümmetim ne yapar tam bilemiyorum.. Ama şirk-i hafiden çoğunun kurtulamayacağını zannediyorum. Bu da beni korkutuyor.

"Ümmetim" diyor fakat bizi o kadar çok seviyor ki, olayı açıklamasına rağmen hâla bizim için endişeleniyor.

"Benim işim bitti, gerisi size kalmış" demiyor..

Hatta bazen bu düşünceleri o kadar yoğunlaşıyor ki "Sen hidayet edemezsin" ayeti inzal oluyor!..

Muhammed Aleyhisselam'ın büyüklüğü konusuna girmek istemiyorum.
Neden O biricik efendimiz bunu düşünen beyinler benden çok daha iyi bilirler!..

Biz konumuza geri dönelim..

Biz ne güzel mü’mince yaşıyorduk. Bizi müşrik yapmaya mı uğraşıyorsun” diyenler olabilir. Fakat bu yazının ne kadar kıymetli bilgiler içerdiğini yine konuya hakim insanlar bileceklerdir!..Şükründen acizim..

Üstad Ahmed Hulûsi bir sohbetinde “Terbiyesizliğim yüzüme vuruldu!.. İyiki de vurdular. Yoksa terbiyesiz olarak bu dünyadan çekip gidecektim” demişti..

Dost dediğimiz acı söylemezse, sevdiğimiz acı söylemezse, arkadaşımız acı söylemezse FİRAVUNlaşma ihtimalimizi her zaman için düşünmek gerekiyor!.. Veya çevremizdekileri bu ihtimali göze alarak seçmek gerekiyor!.. Ki yarın bir gün "beni uyaran olmadı ki" saçmalığına düşmeyelim!.. “Mü’min mü’minin aynasıdır” hadisini bir de böyle düşünebiliriz!..

Said Nursi hazretleri de şefkat tokatlarından bahseder Risale’sinde…

Önemli olan şefaati görebilmektir.

Şefaat bilgidir.

Sen yanlış bir şey yaparsın.. Fakat bunun yanlış olduğunu bilmezsin.

Kah bir olayla kah bir kişi vesilesiyle veya bir kitap, bir söz vesilesiyle şefaat sana ulaşır.. Böylelikle sen, yanlış yaptığın bir şeyin doğrusunu öğrenmişsindir artık!..

Öteki tarafta seni ateşten kurtaracak olan şey bu dünyada oluyor!..

Ve orada "biri, seni ateşten kurtarıyor" şeklinde açığa çıkıyor!..


Bunu fark et artık!..

Diğer türlüsünü sakın düşünme!..

Hem diyeceksin “Kur’an benim biricik kitabım" hem de “zerre kadar hayır işleyen”, “zerre kadar şer işleyen” ayetlerini yok sayıp "biri beni kurtarır" diyeceksin ve şimdi yan gelip yatacaksın!.. Yani Kur'an dışında kitaplar edineceksin!..Başka kitaplara yöneleceksin!..

Farklı bilgi kaynağına yönelen kusura bakmasın fakat "Men kitabeKE?" sorusunda tökezleyecekdir!..

Denemesi bedava!.. Fakat geri dönüşü yok bu denemenin!.. Deneme-yanılma-düzeltme yöntemi yok bu olayda!.. Deneme- Yanılma veya Deneme - Mükafatını Görme!..

İsteyen Kur'an'ı anlamamış etrafın anlattıklarını hakikat zannetsin ve kulaktan duyma bilgilerle ameller ortaya koysun!.. Kur'an dışında bir bilgi kaynağından gelen her bilgi, size kabir azabını yaşatacaktır!..

"Men kitabeKE" sorusuna "Kur'an'ı Keriym" cevabını veremeyen, kabrini cehennem çukurlarından bir çukura çevirir!..

"Yok kardeşim, bir şey olmaz bize" diyenler olabilir!..Bunu diyenler kusura bakmasın fakat basiretsizliğin tavan yapmış haline erişmişlerdir!!! Mübarek ola!

Yanlış olduğu, eksik olduğu bilinen bir şeyde, birileri "beğen"iyor diye ısrar etmek ise, takdir edilir ki "etraf putu" na tapmaktır!.. Putlarını yıkmayan şirkten kurtulası değildir!.. Şirkten kurtulamayan cehennemliktir!..

“Put, tapınılan şey” demiştik yazının girişinde…

Aslında konu çok basit fakat biraz açmak gerekirse; adı üstünde tapınılan şeydir put!..

Yani, dışarıda tapınılan değil, tapınılan!..

İçeride ve dışarıda!..

Sen, Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmış biri değilsen, senin kesinlikle bir putun veya putların vardır!.. Yapman gereken sadece görmektir!..

Ev hanımı mısın? “Temizlik putu” n vardır!.. Temizlik, titizlik vazgeçilmezlerindendir!.. Temiz olmak, titiz olmak iyi de, bunu put haline getirmek çok kötü!.. “Ben temizlik putuna tapmıyorum şekerim” diyebilirsin fakat pis olan insana hor gözle bakıyorsan sende puta taptın demektir!..

Pislik olayını kötülemek ayrıdır, pis insana hor gözle bakmak ayrıdır!..

Bu yüzden “Fiile buğz; faile hubb(sevgi, muhabbet)” demiş ehlullah!..

Baba mısın? Çoluğun çocuğun vardır, onları en iyi şekilde yetiştirmek için uğraşıyorsundur. Onlara sevgi muhabbet gösteriyorsundur. Onlar için her türlü iyi imkanı oluşturmak için çabalıyorsundur!.. Buraya kadar güzel fakat bu da senin putun olabilir!..

Baba çalışır putu"!...

Sen bu puta tapmaktasındır belkide!.. Çünkü tembel babalara, çocuklarına “ne yaparsanız yapın, benden bir şey beklemeyin” diyen babalara hor gözle bakmaktasındır!.. İşte tam bu noktada puta tapma maceran başlamıştır artık!..

Hz. Ali efendimizin: “Çocuklarınızı, yaşayacakları zamana göre yetiştirin” uyarısını dikkate almak ayrıdır, bunu put haline getirip, bu uyarıyı dikkate almayan kişileri hor görmek ayrıdır!..

Yeni bir put çıktı günümüzde "şekil putu" adında!... Kimisi de şekle tapar yani!... Allah dostları değil; herkes sarık takıp, cübbe giyiyordu eskiden!... Kişinin gardırobuna bakıp, perdelenmemek gerek ilimden!...

Bazen de etiket veya ortama aldanalar olur!.. "Dergahta yaşamayan, ortamı sade olmayan, şatafattan, zenginlikten, lüksten mekansal olarak uzak olmayan, tasavvufta ilerleyemez" derler bazen..

Bu da "ortam putu" dur işte!..

Hiç kimsenin etiketine veya ortamına bakıp aldanmamak gerekir!... Sarayların, hizmetçilerin içinde Abulkadir Geylani diye biri yaşamıştı yıllar önce!...

İlimde bazen put olabilir!... "Daha çok bileyim de ne kadar da bilgili desinler" diyen "etraf putu" yla beraber “ilim putu”na da tapmaktadır!... Halbuki etrafı, O'nu cennetin en tepelerine yakıştırmaktadır!... İlmi amele dönüştürmeyen, istediği kadar ilim tahsili yapsın boşa kürek çekmektedir. Her mertebenin bir bilgisi ve her bilgininde bir tezahürü, yani bir ameli vardır!

Velhasıl kelam liste uzatılabilir.

Önemli olan putları fark etmek ve iman kılıcıyla putların kellesi koparmaktır!..

Dışarıdaki putlar yıkıldı 1400 sene öncesinde, içerideki-şuurdaki putları yıkmak da bize düştü!...

İnşallah bu bize kolaylaşır dostlarım.. Ramazanınızda bol bol put yıkarsınız inşallah!..

Fakat olay, bununla da sınırla kalmıyor aslında. ..

Kişinin gıybet etme derecesinden de put oranı hakkında bilgi sahibi olabilirsiniz.!..

Kişi bir puta tapar, putuna tapmayanı hor görür. Ve böylece puta tapma yanlışının doğal sonucu olan ikincisi yanlışı da yapmış; birisini hor görmüştür.

Hor görmenin ötesi; hor gördüğünü ortamını bulunca anlatmaktır, yani gıybet etmektir.

Gıybet, günahın başlangıcı değil; yukarıda anlattığım mekanizmanın doğal sonucudur!... Ve bu sebeble zinadan kat be kat daha günahtır!...

Kişi, puttaşlarına anlatır kendi putuna tapmayanları!...

Taptığı puta göre de ortam kurar putperest!...

Para putu”na tapan bir zenginse "para putu"na tapanları seçer; "temizlik putu"na tapan bir ev hanımıysa "temizlik putu"na tapanların evine gider, sadece onları evine misafir olarak alır; "not putu"na tapan bir öğrenciyse "not putu"na tapanlarla arkadaşlık eder diğerlerine sefil gözüyle bakar ve not için yapmadığı şey de kalmaz!...

Farklı puta tapanlarla veya putlarını yıkanlarla, putsuz yaşayanlarla pek işi yoktur putperestin. Putunu yüceltmek için işi düşerse o zaman belki uğrar onların yanlarına!..

Onların yanından uzaklaşınca da başlar yanından geldiğini anlatmaya. Bütün hayatı başkalarıyla uğraşmaktır çünkü!..

"Şunu duydun mu, şunu yapıyormuş" vb. konuşmalarla gıybetine tatlı tatlı devam eder..

Puta tapmasına mı yansın, hor görmesine mi yansın, çok büyük günah olan gıybet etmesine mi yansın, bir de ramazanda yapıyorsa orucunun ne hale geldiğine mi yansın?

Oruçlu iken et yemesi, gıybet etmesi de işin başka yönüdür dostlarım.

Fakat onlara üzücü bir haber verelim: Yamyamın orucu yoktur!!!

Allah, işin kökü olan puta tapmaktan hepimizi korusun, varsa taptığımız putlar görmek nasip etsin, yıkmak nasip etsin...

Allah, şu ayetin hazmını da versin:

Yemin ederim ki, sana ve senden öncekilere de şu vahyolundu: "Kesinlikle, eğer şirk koşarsan, mutlaka yaptıkların boşa gidecek; muhakkak hüsrana uğrayanlardan olacaksın!". (Zümer, 65)