Bundan aylar evvel MEHMET DOĞRAMACI hocamızın “Etraf sensin ” isimli yazısını okuma lütfuna ermiştim. Bu yazı kısa olmasına kısaydı fakat her insanı ilgilendiren bir konuyu içeriyordu.
Yazının anlatmak istediği kısaca şu idi: “ Çevreniz, sizin geçmişinizde yaptıklarınızın ve de düşündüklerinizin veya ermek istediklerimizin somutlaşmasından başkaca bir şey değildir. ”
Bu yazıyı okuyana kadar çevreme bakışım: “Allah, imtihan vesilesiyle bazı kişileri çıkarıyor karşımıza ve bu kişilerle bir imtihan dünyasında dönüp duruyoruz.” idi. Yazıyı okuduktan sonra bu fikrimde pek bir değişme olmadı fakat bu bakış açım daha da genişledi ve Allah’ın yukarıda bir tanrı olmadığını daha da iyi anladım. Hep lafını yapardık “Allah ötelerde bir tanrı değildir, O bize şah damarımızdan daha yakındır” . Bu konudaki samimiyetimiz bizi daha da üst bir idrâka taşıdı zannedersem. Artık çevremdeki insanlara “Allah’ın rastgele gönderdiği kişiler” gözüyle bakmıyor; “ Allah’ın HASİYB ve HAKIYM esmâlarının bir sonucu olarak var görünen kişiler ” olarak bakıyordum. Çünkü yanımızdaki kişi veya kişiler, şans, tesâdüf gibi kelimeler kullandıklarında onlara “yanlış” demesini biliyorduk fakat bu gibi olayları açıklamak yerine sadece yanlışı söylüyor gerisiyle ilgilenmemeyi seçiyorduk . Eğer din konusuyla fazla ilgilenirsek yukarıdaki tanrı çarpardı yoksa. Artık yukarıdaki bir tanrının yokluğunu öğrendiğimize göre Allah kelimesinin işâret ettiği mânâyı düşünmeye ve hayattaki bakış açımızı Allah ahlâkıyla ahlaklanmış bir şekilde düzenlemeye çalışsak akılıca bir davranış sergilemiş oluruz diye düşünüyorum.
Neyse, gelelim “ Etraf Sensin! ” şaşkınlığına.
İnsanlar okudukları yazıları pek dikkate almazlar fakat benim için ha bir yazı vesilesiyle bir gerçek önüme serilmiş ha konunun uzmanı bir kişiyle sohbet esnasında o gerçeği O’ndan dinlemişim . Pek fazla etki farkı olmaz. Çünkü şefaat denilen olay, yanlış bildiğimiz bir şeyin doğrusunu öğrenmemizden başka bir şey değildir. Eğer biz, doğrusunu öğrendiğimiz yanlış bir hareketimizde, doğruyu değil de yanlışı seçiyorsak şefaati tepmiş oluruz ve elimizin tersiyle ittiğimizin gerçekte ne ve kim olduğunu çok tehlikeli bir zamanda öğrenebiliriz. Maalesef oradaki öğrenmemiz hiçbir işe yaramaz. Çünkü yaz ayında mahsül toplanır !
Benim için o yazı, şefaatti.
Yanlış olmasa bile doğrusunu bilmediğim bir şeyin aslını öğrenmiş olmuştum. Ve gerçekleri her zaman sevdiğim için zor gelmedi bu gerçeğin kabûlü.
Gerçeği kabul etmek benim için kolay olmasına kolaydı fakat gerçeklere göre yaşamak her zaman kolay olmamıştır, ki insanların geneli böyledir.
Öğrenilen gerçek, insanlarla olan ilişkilerin perde arkasıyla ilgiliyse bu gerçeği hazmetmek epey zor olmuştur. Allah kolaylaştırmış olsun inşallah.
Kader’e iman kolay bir şey değil. Ve Allah’a iman denilen olay tamamen kadere îmâna bağlı bir şey olduğu için “ etraf ” ismiyle işaret edilen hor görülmemesi gereken şey kadere iman etmek ile kadere iman etmemek arasındaki yerimizi belli ediyordu. Eğer çevremizdeki kişiler ve yaşadığımız olaylar tesâdüfen değilse bunların perde arkasında mutlak bir gerçek olmalı. İşte o gerçek Allah ismiyle işâret edilendir.
Allah’a iman etmek kâinatta vâr olan her şeyin bir sebeple olmasını doğurmaya iman etmek anlamına da gelmektedir.
Bâzı olayların arkasındaki hikmetleri anlayamayız ve kızar sinirleniriz. İşte bu durumumuz çok yanlıştır. Çünkü her ne kadar bir olayı yapan bir kişiden söz edilse de bu olayı yapan esâsen o kişi değildir. Yâni, kendi aklı ve irâdesiyle yapmış değildir bu olayı. Eğer O kişiye ayrı bir irâde ve akıl atfedersek Allah’a iman denilen olay havada kalacak ve ötede bir varlığa inanmak gibi bir şey olacaktır. Ki bu olay açık şirk olarak değerlendirilmiştir!
“Kulun irâdesi” veya “kulun aklı” gibi kelimeler Allah’tan bağımsız bir iradeye ve O’ndan ayrı bir akla işaret etmemektedir!
Bizi üzen ve sevindiren tüm olayların neredeyse hepsi insanlar vesilesiyle olmaktadır. Fakat insanların çoğu GERÇEK FÂİL’den perdelenerek, “vesile”yi, yâni “yok”u var zannetmişlerdir.
Ve böylece üzülmeye, kızmaya, sinirlenmeye, bunalmaya başlamışlardır.
İşte tam olarak burada “Fâile hubb, (sevgi, muhabbet) Fiile buğz (kötüleme)” sözünü hatırlayabiliriz.
Seni üzen her olay, seni yakan her durum tamamen Allah’ın irâdesi sonucu olmaktadır. Bunun zıddı bir düşünce Hz. Muhammed(sav)’in açıkladığı kadere iman etmemek olur ki, kadere iman edemeyen Allah’a iman edesi değildir.
Cennete ise sâdece Allah’a iman ile girilmektedir.
Neden etraf Allah’tan ayrı değil?!
Allah ötede bir tanrı değilse önümüze çıkacak olan gerçek “ LA İLAHE İLLA ALLAH ” olacaktır. Buradaki “ilahe” kelimesini ayrı iradeler zannı olarak değerlendirebiliriz.
Ayrı bir birim veya ayrı bir akıl.
Yani, “ilâhe” yerine ayrı ile başlayan her şeyi yerleştirebilirsiniz!
LA İLAHE (güç, kuvvet, kudret, canlılık, ilim) vb.
İşte böylece irade konusunda şu ayet önümüze çıkar: “ Ve mâ teşe ûne {la ilâhe} illa en yeşê ullah {illa allah}…” (insan sûresi 30. ayet) Dikkat ederseniz “ La ilâhe illâ Allah ” ile aynı formatta bir ayettir.
Bu ayete iman ile kişideki yanmalar son bulur, üzüntüler bunalımlar bitiverir, imanın kuvvetine göre!
Ne kadar ilginç değil mi dostum?
Bu gerçeği, çok titizce anlatan YILMAZ DÜNDAR hocamı saygıyla, hürmetle anıyorum.
Çok büyük gerçekler hem büyük bir lütuftur hem de insanın boynuna yüktür, yani gerçeğin ağırlığına göre bir yük takılmıştır boyna.
İşte bu çok büyük gerçeği görmek hem büyük bir heyecan uyandırmıştı bende hem de bu gerçeğe göre hareket edememe korkusunu tetiklemişti bu lütuf. Çünkü gerçeğe göre hareket etmemek her zaman pişmanlıklarla sonuçlanmıştır. Bu dünyadaki pişmanlık zâten büyük lütuf! Çünkü o pişmanlığa sebep olan fiilimizi değiştirme gibi bir olayımız var. Yanlış olduğunu bilmediğimiz bir şeyle öldüğümüzü düşünemiyorum, Allah korusun cümlemizi!
Ve böylece “ Neye iman? ” konusunu halletmiş “ Nasıl hareket edeceğim? ” sorusu zihnimde uyanmıştı. Yıllardır bir hareket prensibim vardı, fakat o prensibi anmak bile istemiyordum. Çünkü banyoda çıkan kiri görmek sevindirmez insanı!
Merak ettiysen anlatayım sana. İnsanlardan bir farkım yoktu. Kitaplar okur, birilerini dinler, insanlarla istişareler yapar ve gerçeği öğrenirdim. İşte bu öğrendiklerime göre hayatımı düzenlerdim. “Eee ne var bunda!” diyebilirsin fakat bunda öyle bir şey var ki gözlerimi cehennemde açacak kadar bir şey var!
“Allah’tan ayrı bir irâdeM var” diye düşündüğüm anda, Muhammed Aleyhisselam’ın anlattığı kader gerçeğinden koparak, anlayışı kıtların anladığı onlarca kader anlayışından herhangi birine düşerdim ve bu bataklıkta yüzmeye başlardım, tabi boğulmazsam!
Anlatabildim mi?
Diyelim ki, kendi irâdemi Allah’tan ayrı zannetmemeyi başardım, ya etrafı ne yapacağız?
Bize kızan, bağıran, bizi sinirlendiren etrâfı ne yapacağız?
Ara sıra yok yere, sırf ben tatmini yapsın diye kuyruğumuza basan etrafı nereye koyacağız?
Yutulması zor lokma fakat bu lokmayı yutmak lazım cancağızım, yoksa aç olarak öleceğiz, ki dirilişimizde aç olacak, haşredilişimizde. İster maalesef de , ister oley de, bu iş böyle.
Kim nasıl yaşarsa öyle ölür ve öyle dirilip öylece haşredilir.!
“Ne yana dönersen Vechullah’ı görürsün” diye bir gerçek biliyoruz fakat bu gerçek neye işaret ediyor pek düşünmüyoruz.
İster komşuna bak, ister başbakana bak, ister çöpçüye bak, ister annene bak, ister âlime bak, ister evliyâya bak, göreceğin Allah’ın vechinden başka bir şey değildir!
Bak ne diyor üstâdımız Ahmed Hulûsi:
{“ Vechullah ” demek, yâni “ Allah'ın vechi " demek, Allah'ın isimlerinin mânâları demektir. " Yüz "den murad, ilâhi isimlerin mânâlarıdır. Yâni, Allah'ta mevcut bulunan mânâları müşahede etmek demektir; " Vechullah’ı görmek ” demek!} " AHMED HULÛSİ'DE KAVRAMLAR " Kitabından...
Sen istediğin yere bak, istediğin şeyi düşün Allah’tan ayrı bir şeyi düşünemezsin. Mümkün değil. Çünkü her şeyin aslı Allah’tır. Asıl derken, merkez gibi anlamayalım. Her şeyin ÖZ’ü O’dur. Hiçbir şey O’ndan bağımsız değildir. O’ndan bağımsız olduğunu iddia edebilirsin fakat bu iddia ediş sadece bir zandır. Ve bâzı zanlar vardır, günahtır.
Esas günah olan şey, gerçeği örtmek denilen Allah’ı örtmektir, Allah’ı bilmemektir!
Diğer bütün günah olan şeyler bu zandan dolayıdır. Yâni sen, kendini O’ndan ayrı bir birim zannetmezsen, karşımda dediğin kişileri O’ndan ayrı bir şey zannetmesen, senin “ gören göz ”ün, “ işiten kulak ”ın, “ konuşan dil ”in Allah olacaktır!
Yâni, eskiden O’ndan ayrı olarak görüp, duyduğunu, konuştuğunu zannediyordunya, artık bu zannından kurtuldun ve bütün her şeyin Allah ile (“ B ”illâhi) olduğunu fark ettin. İşte bu fark ediş sendeki tüm azâbı söndürdü. Üzüntünün kökeninde sadece ve sadece bu zan vardır, bunu fark ettin.
Tek günah vardır: “LA İLÂHE İLLÂ ALLAH” diyememek. Yani bu kelime-i tevhidi yaşayamamak!
İşte bu zanna sâhip kişilere “zâlim” demişler. Nefse zulüm olarak isimlendirmişler zâlimin yaptıklarını!
“Zâlim hükümdâr”a karşı gelmek demek kendini tanrı îlan edene (ayrı bir iradeM var, ayrı bir aklıM var diyene), kendi muhtâriyetini ilan eden zâlime “DUR” demektir.
Sen kendi kendine DUR diyeceksin. Dışarı da sataşacak birileri arama!
Kendi ayrılığını ilan etmeyeceksin. O’ndan ayrı olmadığını görmek için tüm ömrün boyunca uğraşacaksın! İşte bu uğraşın cihaddır . Ve bu hâl ile ölürsen, alimlerin “ nefse zulmedene de cennettedir ” dediği gruptan olursun.
Esas cihad kişinin kendi içindeki zâlim hükümdar ile olan cihadıdır.
Muhammed Aleyhisselam’ın savaş sonrasında söylediği “ BÜYÜK CİHAD ”ı duymadın mı yoksa?
Kendini Allah’tan nasıl ayrı görürsün? İnsanları ve tüm mahlukatı nasıl O’ndan ayrı zannedersin?
Hem Allah’a iman ettiğini söyleyeceksin hem de “ O’ndan ayrı iradeler ” zannı taşıyacaksın. Bu ikisi birbirinden zıttır dostum. Birinden birini seçeceksin artık. Ak koyun ile kara koyunu ayırmazsan, o işle görevli olanlar çok âdil bir şekilde ayrımı yaparak koyun sahiplerini hak ettiklerini vermektedirler!
Alimler diyor ki: “ Nefse zulmeden cehennemdedir. ”
Nefsinin hakkını vermelisin. Zâlim olmak senin hoşuna gidiyorsa hiç bulaşma bu konulara. Yok, bundan pişmansan ve kurtuluş için çabalıyorsan allah yolunu kolaylaştıracaktır inşallah.
Eğer nefse hakkını vermek istiyorsan sana ışık olacak âyet: “ Dileyen Rabbine yol edinir ” âyetidir. (insan suresi 29. âyet)
Âdetâ el fenerin insan sûresi 29. âyet, pilin ise insan sûresi 30. âyet olacak. Pil olmadan ışık yanmamalı. Işık yanıyormuş gibi gözükebilir fakat bu yanan ışık ameldir, kesinlikle sâlih amel değildir. O ışık ile zulmette ilerlersin. Varacağın en son nokta FETH- Zulmânidir!
“ Şirk koşarsanız amellerin boşa gider ” âyetini kaç kulak işitiyor acabâ?
“Ben varım” demeyeceksin. Sen yoksun. “Ben varım” dediğin anda gerçekten koparsın.
Çünkü ne yana dönersen vechullah!
Varmış gibi amellerde bulunacaksın. Fakat varmış gibi yaşamak ile var olmak arasında çok büyük fark vardır!
İşte bu fark yüzünden “nefse zulüm hâli” denilen bir hâl ortaya çıkıyor. Ortaya çıkan bu durum zulüm ehlinin ebedi cehennemlik olmasına sebep oluyor. Senin yaptığın tüm ameller insan sûresi 29. âyet kapsamında olmalı. İşte bu yüzden Muhammed Aleyhisselam ibâdet konusuna çok önem vermiş ve tedbir konusunda çok dikkatli davranmıştır!
Îmânın “ Dileyen yok illâ allah ”a olacak. İşte bu âyet uluhiyet mertebesine âit bir gerçektir. Bu âyetin insâni boyuta indirgenmesi lâzım. İnsanlara yönelik herhangi bir açıklama yok İnsan Sûresi 30. âyette. Vâr olan gerçek söylenmiş sâdece.
Fakat insanın hareket etmesi lâzım. Bir şeyler yapması lâzım.
Aynı Kur’an: “ Ellerinizle yaptıklarınızın sonucunu yaşarsınız ” demiş. Demek ki bir şeyler yapmak lâzım. İşte İnsan Sûresi 29. âyette de insana bir nasihat var, bir tavsiye var, bir yol gösterme var:
“ Dileyen Rabbine bir yol tutar ”
Çünkü Kur’an nasihattir!
İşte bu ayetteki “ dileyen ” çok önemli. “ Dileyen yok” ama “nasıl dileyen yok”?
Eğer “ben varım ve bağımsız olarak diliyorum“ dersen, bu yanlış olur.
“Ben varım, ben ayrıca diliyorum” demeyeceksin. Çünkü insan sûresi 30. ayette: “ Dileyen yok illâ allah ” deniliyor. Bu ayete demişler ki “Önce Allah diler sonra biz dileriz”
Bu meâl, eksik ve yanlış bir meal.
Allah AHAD ve SAMED olmasına rağmen nasıl oluyor da bir O diliyor ve bir de biz diliyoruz ve: “Önce Allah diler sonra biz dileriz” deniliyor. Basiret yetersizliği tam olarak budur!
“Ben varım, ben ayrıca diliyorum” diye düşünmemeliyiz. Çünkü ne ben varım ne de sen varsın. Bizim varlığımız Allah indinde yok hükmünde.
Ben varım dediğin anda gerçekten koparsın. Çünkü Dileyen YOK!
{Ayrıca} Dileyen YOK; İLLÂ ALLAH!
Eğer ayrı bir şey zannedersen “Ne yana dönersen vechullah!” gerçeğini örtersin ve örtücü olarak cehennemde uyanırısın!
Esas görevi insanları örtücülükten kurtarmak olan Muhammed Aleyhisselam'ın işlevini fark edelim artık ve efendimiz dediğimiz O insanı övüp durmak yerine O’nu anlamaya çalışalım.
Saygılarımla efendim…